PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Mermer...


DAYI
04-12-2009, 11:03 PM
mermer ınsanlıga kalıcı mıras bırakmak ısteyen toplumların en buyuk aracı ıdı.Bu sebeple bugun bu konuyu ırdelemeyı uygun gordum.
Her bır katre mermer ınsanlık tarıhının zamanı durdurma aracı oldugunu hatırlayıp konumuza gecelım. once Mermer den, devamında da sanatsal acılımı olan lahıtlere gecelım.

buyrun bakalım ....................



MERMERDEN KENTLER

Anadolu’da geçmisi gelecekle bulusturmada essiz dayanikliligiyla tarihin vaka-i nüvisligini üstlenen asil tas olan mermer, Anadolu’daki yapilarda ancak M.Ö. 8-7. yüzyillarda boy göstermeye basladi; hükümranligini ise M.Ö. 1050’den sonra ilan etti. Beyaz mermer tasi, Bronz ve Hitit çaglari yapi ve heykel sanatinin geleneksel koyu renkli taslarini yüzyillar içinde adim adim gölgede birakti. En yogun kullanim alanina Hellenistik çag ve Roma Imparatorlugu dönemlerinde ulasti. Tüm Bati Anadolu’da mermerden kentler kuruldu.

Efes, Bergama, Milet, Perge, Side, Afrodisyas gibi antik kentlerde en önemli yapilar hiç kuskusuz tanrilara adanan tapinaklardi. Tapinaklarin ardindan gelen saray, tiyatro, agora, stoa, odeon, devlet misafirhanesi, sehir meclisi, gymnasium, hamam, stadyum gibi yapilar, Anadolu’da antik çag uygarliklarinin mühürleri oldu. Bu yapilarin pek çogu tepeleri gösterisli basliklarla taçlanmis sütunlar, tanri-tanriça ve imparator heykelleri ile bol dökümlü giysiler içinde zarif kadinlar, çevik atletler, heykeller, yüksek kabartmali frizlerle süslenirdi. Sert olmakla birlikte kolay islenen, perdahlandikça parlayan, göz alici beyaz rengiyle derin hatlari ortaya çikaran, isik ve gölge degerlerini güçlendiren, üç boyutlulugu yansitan, büyük blok halde islenmeye yatkinligiyla bakimi kolay olan mermerin sanat eserlerinde ve mimaride yogun biçimde kullanilmasi, çok önemli gelismelere yol açti.

ILK MERMERDEN ANIT: EFES ARTEMIS TAPINAGI

Dünyanin yedi harikasi içinde yer alan Efes Artemis Tapinagi (M.Ö. 4. yüzyil), yeryüzünde mermerden insa edilmis ilk anitsal örnegi olusturur. Yine yedi harikadan biri olan Karya Satrabi Mausoleus için Halikarnas’ta Greko-Pers üslubunda insa edilen anit mezar (M.Ö. 4. yüzyil), Bergama’daki Zeus ve Athena sunaklari (M. Ö. 2. yüzyil), Didim’deki Apollon Tapinagi ve dev Klaros heykelleri mermerin kendisinde, mimarlik ve heykeltirasligi mükemmel biçimde birlestirdigi
muhtesem örneklerdir. Arkaik, Klasik ve Hellenistik çaglar boyunca giderek gelisen kent mimarligi ve heykeltrasligi birbirini bütünleyerek Anadolu’da doruk noktasina M.Ö. 2. yüzyilda ulasti.

ANADOLU MERMERINI ROMALILAR TASIDI

Ardindan baslayan Roma egemenligi döneminde de Anadolu’daki zengin mermer yataklarinin varligi iyi degerlendirildi; Hellenistik çagdan kalan parlak miras korundu, dahasi gelistirildi.

Anadolu mermer ustalari için portre heykeltirasligi, lahit ve gömü taslari yapimi gibi yeni ve verimli is alanlari açildi. Hatta Romalilar, Efes, Milet, Perge, Side, Bergama gibi Anadolu kentlerini yeniden canlandiracak mimari faaliyetleri araliksiz sürdürdüler; bastan sona Anadolu mermerleri kullanilan sütunlu caddeler, kolonlar, anitsal çesmeler, heykeller, kitapliklar, hamamlar yaptirdilar. Bütün bu insaat faaliyetleri nedeniyle artan mermer gereksinimini karsilamak için yeni mermer ocaklari açildi; var olanlar genisletildi. Bu dönemde olaganüstü miktarlarda mermer gün isigina kavustu.

Romalilar, daha önceleri Bati Anadolu’da yogunlasan kentlesmeyi Orta ve Dogu Anadolu’ya yayarak Amasya’da (Amaseia), Tokat’ta (Comana), Zile’de (Zela), Sivas’ta (Nicopolis), Ankara’da (Ancyra)
da mermer kentler yarattilar. Her ne kadar bugün bununla ilgili yeterli arkeolojik çalisma
yapilmamis olsa da, dönemin ulasim kosullari düsünüldügünde bütün bu mermerden insa edilen
tarihi Roma kentlerinin yakinlarinda mermer veya tas ocaklarinin olmasi gerektigi kusku götürmez.

Anadolu, özellikle antik çaglarda mermer üretimi ve ticaretinin ana merkezlerinden biri konumundaydi. Antik çagin devasa boyutlarda görkemli yapilarinda kullanilan mermerin çikarildigi ocaklar, daha çok Bati Anadolu’da bulunuyordu. Kuzeybati Anadolu’da adini Grekçe mermer
anlamina gelen "Marmaro"dan alan Marmara Denizi’ndeki Marmara Adasi, en önemli beyaz mermer
ocaklarini barindiriyor; özellikle Roma döneminde en önemli ihracat merkezini olusturuyordu.
Mavimsi beyaz renkteki Marmara mermerlerinin çikarildigi ocaklar Romalilar tarafindan
genisletilerek büyük isletmeler haline getirildi. Büyük bloklari tasiyabilen Roma gemileriyle Akdeniz
ve Karadeniz’e de mermerler gönderildi. Üstelik buradan ihraç edilen mermerler sadece bloklar
halinde ihraç edilmiyordu; önceleri yari islenmis yani süslemeleri gittigi yerde yapilacak sekilde bir
sütun, lahit ya da benzeri ürünler olarak, geç antik çagda ise tam islenmis biçimde satiliyordu.
Istanbul’da Bizans ve Osmanli dönemlerinde kullanilan beyaz mermerlerin çogu da Marmara
Adasi’ndan gidenlerdi.

Antikçaga ait diger önemli ocaklar, Afyon ilinin yakinlarinda bulunan Iscehisar (Dokimeion) ve
Suhut’ta (Synnada) bulunmaktaydi. Bu ocaklardan çikarilan çatlaksiz büyük bloklar halindeki
mermerler, yan yollardan ve su yollarindan Efes Limani’na getirilerek uzaklara gönderiliyordu.
Efes’te M.S. 2. yüzyila ait bir "katrakt", Marmara Adasi’nda ise telle kesilmis bir lahit bulunmasi,
mermer teknolojisinin o dönemde ulastigi önemli noktayi göstermesi açisindan çok önemli.
Dönemin en önemli mermer ocaklarindan biri de bugün Aydin’in Karacasu ilçesine bagli Geyre Köyü
yakinlarinda yer alan Baba Dag. Dagin hemen etegindeki düzlükte bulunan antik Afrodisyas
kentinde üretilen ve Afrodisyas stili olarak taninan mermer yapi elemanlari, heykel ve portreler,
lahitler, kabartma ve süslemeler Roma Imparatorlugu’nun birçok yerine gönderiliyordu. Afrodisyas
kenti, Baba Dagi’nin derinlestikçe beyazlasan, mavi-gri büyük "Karya mermer" bloklariyla insa
edilmis bir kentti.

BIZANS’TA BASKALASAN MERMER

Yüzyillara damgasini vuran mermer, Anadolu’daki ihtisamini Roma Imparatorlugu’nun ikiye
ayrilmasi ve Dogu Roma’nin hizla Hiristiyanlasmasinin ardindan kaybetti. Önce beyaz mermerin ilk
girdigi tanri tapinaklari ortadan kalkti; Bati Anadolu’daki site devletleri Dogu Roma’nin liman
kentlerine dönüsürken meclis binalarini, agoralarini, tiyatro, odeon, kehanet yapilarini da
terkettiler. Ancak elbette Bizanslilar, Roma geleneginin tasiyicisi olduklari ölçüde mermeri, kendi
imparator, imparatoriçe ve soylu kisilerinin heykel ve portrelerinde, meydanlara diktikleri kabartma
ve anitlarda kullanmayi sürdürdüler. Istanbul Sultanahmet Meydani’ndaki Misir Dikilitas yazitinin
kabartmali Roma kaidesi bunun bir örnegini olusturur.
Bu dönemde kilise ve manastir mimarisinde uygulanan bazikal sistemle birlikte çok sayida yüksek
sütun ve sütun basliklarinin kullanilmasi, mermere duyulan talebi M.S. 5. ve 6. yüzyillarda büyük
ölçüde artirdi. Marmara Adasi mermerleriyle yapilan korint, kompozit ve stilize bitkisel motiflerle
dantel gibi islenmis sütun basliklari, Imparatorlugun her yerine gönderildi. Sütun basliklarinin
örnekleri Ayasofya ve Aya Irini’de de yer aldi. Özellikle Bizans mermer isçiliginin en güzel örnekleri,
Istanbul Ayasofya Müzesi’nde bugün de görülebiliyor.

Dünyanin ayakta kalabilen en görkemli antik tapinagi olan Ayasofya’nin özellikle iç mekan
duvarlarini kaplayan ve ünlü ocaklardan getirilen çesitli cins ve renkteki mermer plakalarla çesitli
boyutlardaki 107 sütun burayi adeta mermer çesitleri sunan büyük bir galeriye dönüstürmüs
durumda. Yapinin taban ve köselerinde yer alan dört köse sütunlar ile üzerlerinde Imparator
Justinian ile karisi Theodora’nin monogramlari islenmis tüm sütun basliklari ve sütun kaideleri
Marmara Adasi’ndan gelen mermerlerle yapilmis. Orta sahin yanlarindaki yesil somaki mermer
sütunlar, Efes Artemis Tapinagi’ndan, yarim kubbeyi tasiyan ve daha küçük olan kirmizi porfir
sütun ise eski bir Misir tapinagindan getirilmis. Iç mekân duvarlarini kaplayan kanglomera cinsi
mermerlerden yesil olan seritler Tesalya’dan, kirmizi porfirler Misir’dan, altin sarisi olanlar
Libya’dan, fildisi renkli mermerleri ise Kapadokya’dan. Yesil damarli Karystos ile pembe damarli
Frigya mermerleri de simetrik panolarda yerlerini koruyorlar.
Yine dönemin en önemli simgelerinden biri olan Yerebatan Sarnici (Bizans Bazilika Sarnici)
mermer sütundan olusuyor. Bu arada o döneme ait pek çok mermer anit ise günümüze kalmamis
durumdadır.

gelelım lahıtlere.....................


Lahitlerin Tarihsel Gelişimi
Lahitlerin ilk kullanımları Mezopotamya ve Mısır’da (III. Sülale Dönemi: I.Ö.
2686–2613) ortaya çıkar. Bu dönemde sandukalara pencereler, kapılar
konması yeniden dirilişe inanışın bu dönemde de var olduğunu gösterir. Daha
sonra ise Mısır’da gümüş ve altından insan şeklinde sandukalar bulunur.
Bronz Çağı Ege dünyasında en erken lahit kullanımı Girit’deki Minos kültüründe
görülür ve bunlar pişmiş topraktan yapılır. İÖ 2200’den itibaren yapılmışlarsa
da yayılmaları ve yaygın kullanımları İÖ 15.–14. yüzyıllardır. Anadolu’nun en
eski lahitleri yine pişmiş topraktan yapılmış İÖ 7. yüzyıl sonu 6. yüzyıl başlarına
tarihlenen Klozomenai lahitleridir. Eski Yunanca’da lahit karşılığı sözcük olan
Σαρκόφαγος “et yiyici” anlamına gelir ( σαρξ: et – φαγειν: yemek).
Roma dünyasında temel mezar tiplerinden biri lahitlerdir. Başlangıçta lahit
kullanımı olmasına rağmen İmparatorluk döneminde lahit kullanımında
yoğunluk fazlalaşır. İS 2. yüzyılın başından itibaren tam olarak nedeni bilinmese
de Roma imparatorluğunun gömü geleneği değişir. Kremasyondan
inhumasyona geçişle birlikte, lahit kullanımı artmaya başlar. En uç eyaletlere
bile yayılan lahit geleneği Roma imparatorluğunda bir moda haline gelir4.
İS 4. yüzyılın başında imparatorluğun Hıristiyanlığı tanıması sonucunda pagan
inançlarına sahip kimselere ait lahitler azalmaya başlar. Hıristiyanlık inancını
yansıtan ve daha önce az da olsa İS 3. yüzyılda görülmeye başlayan lahitler
çoğalmaya başlar ve bu yoğun üretim İS 5. yüzyılın başlarına kadar devam
eder5. Hıristiyan lahitlerinde üzerinde dini sembol olmayan çok az örnek
bulunmaktadır6. Pagan lahitleri ile Hıristiyan lahitleri arasında semboller dışında
kabartmaların yapılma tekniklerinde de farklılıklar bulunmaktadır. Özellikle düz
bir yüzey izlenimi veren kabartmadan derine inen çukur kabartmaya
geçilmesi İS 4. yüzyılda gerçekleşir. Hıristiyan lahitlerinde bu yöntemle
kabartmalar yapılırken, figürlerin çevre çizgilerine birbirine çok yakın delikler
çekilmekte, bununla da arka planın daha kolay ve hızlı çıkarılması
sağlanmaktadır.

“Lahit” sözcüğü, başlangıçta Assos kentinden çıkarılan “lapis sarcophagus” taşı için kullanılırken,
Roma imparatorluk döneminde bir mezar formunun adı olarak kullanılmaya başlanır . Lahit, içine ölünün konulması için, taş, ahşap veya pişmiş topraktan yapılan üstü kapakla
örtülen sandık benzeri muhafaza, tabut sandukadır. İçine ölünün koyulacağı bir tekne
bölümü ve bunun üstünü örten kapaktan oluşur. Lahitlerle ilgili en erken bilgiyi Theophrastos, Yaşlı Plinius
ile Decimus Iunius Iuvenalis verir. Özellikle Theophrastos, lahdin içine cesedin çürümesine yarayan ve
Assos’da bulunan bir kireç taşından söz etmektedir. Ayrıca lahit, Homeros’ta “σορος” ya da “λαρναξ”
olarak geçmektedir. Thukydides “λαρναξ” sözcüğünü kullanır. Yunanlılar lahde, “θεκε” (kutu) diyorlardı.
Eskiçağda lahit yapan ustalara da “σοροποιοι” denir
İS 2. yüzyılın ortalarında ise kabartmalı lahitlerin kullanımı artık iyice benimsenir. İS 2.-3. yüzyıl lahitleri için üç önemli üretim merkezi sayılabilir: Roma, Atina ve Dokimeion. Bu önemli merkezler dışında
çeşitli eyaletlerde yer alan ve oldukça dar alanlara hizmet veren yer atölyelerde vardır.

G. Koch tarafından Roma lahitleri formları ve dekorasyonları bakımından çeşitli
gruplara ayrılır. Ayrıca Koch, tarihlendirmede dayanak olabilecek on farklı
evreler tespit eder. Bunlar;
Traianus – Erken Hadrianus Dönemi (İS 110 – 130 civarı): Ana üretim başlar,
üslup bilim açısından çok farklı olan portreler sıklıkla kullanılır ve girlandlı lahitler
de grup oluşturacak kadar görülmektedir.
Geç Hadrianus – Erken Antoninus Evresi (İS 130 – 150 civarı): Örneklerin sayısı
artar, birbirleriyle bağlantılı olan insan tasvirlerinde birlik kendini gösterir.
Orta Antoninus’lar evresi (İS 150 – 170/180 civarı): Lahitler diğer mezarlara
göre daha sık kullanılır. Kabartmalarda konu seçimi artar. Frizli lahitler en fazla
kullanılan gruptur. Yivliler, sütunlular, uçan yada ayakta duran Eros’lar ve
Nike’ler ilk defa ortaya çıkar. Ayrıca meydan savaşları, mevsimleri, düğünleri,
komutanları konu alan kabartmalar da lahit sanatında yerlerini alırlar.
Geç Antoninus’lar evresi (İS 170/180 – 200 civarı): Lahit üretimin doruk
noktasına ulaştığı dönemdir. Taş ustaları sıklıkla matkabı kullanırlar.
Sandukaların yüksekliği artar. İşlenen konuların çeşitliliği azalır özellikle girandlı
lahitler önemini kaybeder.
Orta Severus evresi (İS 200 – 220/230): Lahit üretiminde bir yavaşlama olur.
Sandukalardaki keskinlikler azalır. Matkap artık saçlarda, çehrede, giyside
kendini çok belli etmemekle birlikte detaylar çok iyi seçilemez.
Geç Severus evresi (İS 220/230 – 250 civarı): Tekrardan detaya yönelim ortaya
çıkar. Aleve benzeyen saçlar, giysiler, çehreler eski katılıklardan kurtulur. Aslan
avına konu alan lahitlerin üretimine geçilir.
Gallienus evresi (İS 250 – 270 civarı): Toplam üretimin en fazla olduğu
dönemdir. Çehreler parlar, matkap kullanımı artar, betim sanatındaki konular
genişler

Gallienus sonrası evre (İS 270–280 civarı): Bir önceki dönemin özellikleri devam
etse de kıvrımlar ve saçlar donuklaşır, tasvir edilen konu çeşidi azalır, çok
sayıda matkap deliğiyle yapılmış yassı şekilde kabartmalar ortaya çıkar.

Dörtlü Yönetim evresi (İS 280 – 311/313 civarı): Özellikle matkap deliklerinin çok
sayıda olduğu, boyutları ufak yassı biçiminde olan kabartmalar sıklıkla kullanılır.
Bükolik betimlemeler yapılır. Bu dönemden sonra Hıristiyanlık konulu lahitler
ortaya çıkar.

Pagan lahitlerinin sona ermesi (İS 311/313 – 4. yüzyıl civarı): Bu dönemde
Hıristiyan betimli olmayan çok az lahit bulunur. Pagan konulu lahitler artık
kullanılmamaya başlar.

Lahit Yapımında Kullanılan Malzemeler

Yapımına karar verilmeden önce maliyeti doğrudan etkileyen konu, lahdin
hangi malzemeden yapılacağıdır. Bu malzemenin kullanımı mezar sahibinin
varlığı ile ilgilidir.
Lahit çeşitli türden malzemeden yapılır. Bunlar; taş, pişmiş toprak, kurşun, bronz
ile veya alçıyla sıvanmış tahta, mermerdir. Ancak bunlar arasında, lahit maliyeti en yüksek ve en değerli malzeme mermerdir.

Roma imparatorluk lahitleri incelendiğinde, Roma’da mermer ocağı
bulunmadığı, kentte lahit yapımında Roma’da Marmor Lunense denilen ince
kristalli, tonları açık gümüşten koyu gümüşe kadar giden, geniş ve düzensiz
çizgileri olan bir mermer tipinin kullanıldığı görülür. Roma, lahit yapımında
sadece bu taş ocağını kullanmaz. Anadolu’da ve diğer eyaletlerde bulunan
mermer ocaklarından, imparatorluğun farklı dönemlerinde Roma’ya mermer
getirilmektedir. Örneğin Augustus döneminde Simmithus (Tunus), Phrygia,
Dokimeion, Mısır’daki Augusteum,’dan Claudius dönemindeyse Wadi Barud
ve Mons Claudianus ocaklarından mermer ihraç edilmektedir. Ocakların
yönetiminin Roma imparatorluğunun eline geçtiği dönem itibariyle, orijinal adı
tam olarak bilinmeyen “Mermer Büroları” imparatorlukla işbirliği yaparak
organizasyonu sağlarlar .Yukarıda belirtildiği gibi Dokimeion’da mermer ocağı bulunmaktadır. Buradaki mermer ocaklarının yeri merkezden 40 km. uzaklıkta Synnada’dır. Ocakların İÖV. yüzyıldan başlayarak işletildiği düşünülüyorsa da diğer ocaklardaki gibi devamlı işletme faaliyetinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak devlet kontrolü altında Roma imparatorluk döneminde üretim devamlılığa
kavuşur. Bu merkezin mermeri, gümüş rengine çalan ince kristalli bir
yapıdadır. Ayrıca belirli lahit tiplerinde kullanılan (Sütunlu lahit) açık renkli,
kırmızı ince damarlı mermer türüne de rastlanır.

Anadolu’da Bithynia, Isauria, ve Kappadokia’da mermer bulunmaktadır.
Ancak bu bölgelerdeki mermerler kalitesizliği ve coğrafi koşulları nedeniyle
ulaşımın zor olmasından dolayı sadece yerel üretim olarak kullanılır. Bu
merkezler dışında Anadolu’da dış satımı olan merkezler de vardır. Bu mermer
ocakları hem yerel üretim hem de Anadolu’nun çeşitli yerlerine yaptıkları
ihracatla dikkat çeker. Bu merkezler; Ephesos, Karia, Aphrodisias,
Prokonnesos’dur

Lahit Yapım Teknikleri

Bir lahdin yapılması çok fazla emek harcanan bir iştir. Gerek taşıması gerek
yapım tekniği ile zahmetlidir. O yüzden bu zahmeti, zorluğu kolaylaştırmak için
Roma imparatorluk döneminde bir sektör oluşturulur. Getirilişinden mezar
yerine koyuluşuna kadar birçok aşama vardır. Bu aşamada farklı aşamaların
elemanı olan kişiler çalışmaktadır. Bu görevlerden biri lahdi yapanlardır. Bu
konuya açıklık getirebilecek antik kaynak bulunmamaktadır. Ancak yarım
kalmış olan lahitlerin bulunması, üretimin ne gibi aşamalardan geçtiğinin
kanıtıdır. Böylelikle aşamalar takip edilerek, ustaların kullandığı aletler de
belirlenmektedir. Elde edilen verilere göre aşağıdaki üretim evreleri söz
konusudur.
İşlenmemiş malzemenin ve üst ve alt kenarlarının tespiti: Ocaklardan
işlenmemiş olarak teslim edilen bloklar, sanduka şeklindedir. Ayrıca bu
sandukaların içi oyulmuş durumdadır. Atölyeye ulaşan blokların öncelikle alt
ve üst pervazları işlenir.
Taslak veya ön çizimin yapılması: Figürlerin çevre çizgileri düzenlenir ve yüzey
üzerinde ön çizim olarak belirtilir. Bu işlemlerin şablonla, kömür çubuğu ile yada
boya ile çekilmiş çizgilerle yapıldığı belirlenir. Önerilen bir diğer metot ise
çentme yoluyla yapılmadır.
Keski aletleriyle figürlü ve dekoratif kabartmaların yontulmasına girişilmesi:
Sivri bir keskiyle arka planın parçaları oyulur, kabartma da kalması ön görülen
kısımlar da düz bir keskiyle uygun hale getirilir.
Daha derin bir yüzeyin elde edilmesi için matkap kullanılması: Matkap ile bir
sıra üzerinde sıra sıra noktalar oyulur. Daha sonra bunlar keskiyle bir yive, üstü
açık bir oluğa dönüştürülür.
Keski aletleriyle – matkapla ince işçiliğin yapılması: İnce işçilik sırasında saçlar
ve kıvrımlar oyulur. Yüzlerdeki, vücuttaki ve mimari detaylar bu aşamada
yapılır.
Pürüzleri ortadan kaldırma ve cilalama: Özellikle mermer lahitler için raspa ve
ponza taşlarıyla yüzeyler düzeltilerek cilalanır. Ancak bu aşama çok zahmetli
olduğu için maliyeti arttırmaktadır.
Roma imparatorluk dönemi içinde, yapım tekniği ile tarihleme yapılabilir. Bu
dönemde farklı teknikler zaman zaman daha sık kullanılır. Örneğin Dörtlü
Yönetim Dönemi’nden kalma bir grup lahdin özelliği ise matkapla çok sert kısa
çizgi ve çizikler çekilmesidir.









Blokların Çıkartılma Teknikleri




Blokların ana kayadan çıkartılması ocağın yapısı ve coğrafi şartlarına göre değişiklikler gösterir. Ancak genel anlamda taş ocaklarının çalışma teknikleri ortaktır. Öncelikle taş ocağının açılmasını ihtiyaçlar ve katmanların uygunluğu belirler. Sonrasında blokların taşınma imkânları, iklim, su temini gibi faktörler göz önüne alınarak taş ocağının işletilmesine karar verilir ((Albustanlıoğlu 2000, 13.)). Taş ocaklarından blokların çıkartılmasında da belli başlı teknikler kullanılır




Doğal Çatlaklardan Yararlanma




Taş işçileri taş ocağında bulunan doğal çatlaklardan yararlanırlar. Masif kaya katmanında bulunan damarların düzgün bloklar çıkartılmasına elverişli olması durumunda aşağıda değineceğimiz yöntemlere başvurulmaktadır.




Isı Şoku ile Çıkartma




Bloklarda sıcaklığın yeterli derecede yükseltilip aniden düşürülmesiyle blokların bünyesinde genel çatlaklar meydana gelir. Bu yöntemde öncelikli olarak yapılması gereken ana bloktan çıkarılacak olan kütlenin sınırlarının belirlenmesi ve bu sınırların ısıtılmasıdır. Yeterli derecede ısıtılan bloğun üzerine soğuk su dökülmesiyle birlikte ısıtılan hat boyunca çatlaklar meydana gelir
Bu çatlaklar sayesinde blok ana kayadan söküp alınır.




Kopartma Tekniği




Bu teknikte bloğun üzerine ince uçlu kalemle olabildiğince derin bir yarık açılır. Açılan yarık ile bloğun dayanma gücü azalır. Çıkartılacak olan bloğa zayıflamış olan bölgeden şok etkisiyle bir kuvvet uygulandığında blok çatlar ve parçalanır. Bu teknikte çekiç ve külünk gibi taşçı aletleri kullanılmaktadır. Ancak bu yöntemle blok ana kayadan düz bir halde kopartılmaz, kayıplar oluşabilir (Lev 2-3).






Kamalama Tekniği




Blokların çıkartılırken en az zararla çıkartılması makbuldür. Bu teknik de eskiçağ taş ocaklarında en sık kullanılan yöntemlerdendir. Kamalama tekniği bloğun sınırları dâhilinde ana kayayı
çevreye bağlayan kayaçlarda yeterli derinlikte, genişlikte oyukların açılmasıyla blokların çıkartılmasıdır. Çıkartılacak bloğun boyutu, açılacak kanalların genişliğini ve derinliğini etkiler. Örneğin büyük boyutlu bir blok çıkarılacaksa buna göre bir insanın girebileceği derinlikte ve genişlikte eğer boyut küçükse sadece aletlerin girebileceği derinlik ve genişlikte kanallar açılır (Lev. 4).




Çeşitli aletler yardımıyla kamaların yerleştirilmesiyle tranşeler açılır (Lev. 5). Kamaların sayısı taşın yapısına, bloğun boyutuna ve kullanım amacına göre değişmektedir. Bloğun bütünüyle çıkarılması gerektiğinde kanal profili, dikdörtgen bir kesit şeklindedir. Örneğin sütun bloğu çıkarıldığı zamanlarda kamaların aralıkları daha kısadır. Kamalar "V" şeklinde olup diplere, daha derinlere girmesi için tasarlanırlar. Kamaların hangi malzemeden yapıldığı da taşın cinsine göre değişmektedir. Sert bloklar için metal malzeme kullanılırken, yumuşak taş cinsleri için de ahşap kamalar kullanılmaktadır. Ayrıca blokların altına yerleştirilen ahşap kamalara su dökülmesiyle şişmeleri sağlanır. Böylelikle bloğun altında şişen ahşap kamalar yavaş yavaş taşı çatlatarak ana kayadan ayırır. Böylelikle en az kayıpla blok çıkartılmış olur ((Naumann 1975, 41.)).




Blokların Taşınma Yöntemleri




Taş ocaklarından bloklar her ne kadar ustaca çıkartılırsa çıkartılsın, lazım olduğu taşıma yöntemleri güvenli değilse bütün emek boşa gidebilmektedir. Bu yüzden eskiçağda ocaklara bağlanan yolların daha düz ve güvenli olması gerekmektedir. Büyük blokların taşındığı bu yollar maruz kaldığı basınç nedeniyle daha sıkı taş örgü yollarla desteklenir. Didyma ve Pentelik'te çevrede yeterince taş malzeme olmamasından dolayı mermer ocaklarından alınan atık taşlarla yollar desteklenir ve böylelikle ağır blokların oluşturduğu basınç nedeniyle taşıma araçlarının batması engellenir ((Albustanlıoğlu 2000, 21.)).




Taşımada gösterilen hassasiyet bloğun yol üzerinde düşüp kırılmasından öte, bloğun taşınması esnasında büyük sarsıntılar geçirip iç alanında mikroskobik düzeyde çatlamaların olmasıyla alakalıdır. Bu iç çatlamalar daha sonra yapının ömrünü de kısaltmaktadır. Zaman geçtikçe doğal etkiye maruz kalan taş, içten çatlamaya başlayacak, en sonunda da kırılıp tahrip olacaktır. Bu yüzden taşıma işlemine başlamadan önce nakliye öncesini iyi ayarlamak gerekmektedir. Burada en önemli unsur az miktarda emekle taşımanın gerçekleşmesidir. Büyük boyutlu bloklar taşınmadan önce kabaca en son haline yakın bir şekille gönderilir. Böylelikle fazla ağırlık da taşınmamış olunacaktır. Örneğin bağımsız lahitlere ocaklarda kabaca şekil verilir. Taş ustasının ince işçilikle yapacağı kabartmalar için alanlar belirlenir ve nakledilecek yere bu şekilde götürülür. Sivri kenarlar, uç bölgeler taşınma sırasında çok rahat kırılacağı için iç gerilmelerin yoğunlaşacağı köşelerden kaçınılmaktadır.




Taş ocaklarından blokların taşınması eğimli ve düz alanda taşıma olarak iki kategoride değerlendirilebilir. Düz alanlar için genellikle öküz arabaları tercih edilmektedir. Büyük blokların taşındığı zamanlarda yük arabalarının tekerlek sayısı artırılarak yere olan basınç tekerleklere dağılır ve bir bölgeye kuvvet uygulanması engellenir. Ayrıca büyük kızaklar da düz taşıma sisteminde kullanılmaktadır. Eğimli arazilerde bulunan taş ocaklarından blokların yola indirilmesinde belirli teknikler kullanılmaktadır. Küçük blokların yamaçlardan aşağıya indirilmesi öncelikle halatlar sayesinde yapılırken (Lev. 6) daha sonra blokların altlarına kütükler konularak kızaklar yardımıyla taşın yer ile teması kesilmiştir.




Küçük blokların her türlü hareketinin sağlanmasında en çok kaldıraçlar kullanılır. Kaldıraç yardımıyla kaldırılan blokların altına konulan ahşaplarla taşın her türlü seviyeye yükseltilmesi sağlanır. Blokların kaldırılmasında ve istenilen seviyeye getirilmesinde diğer bir yöntem beşikle hareketlerinin sağlanıp altlarına ahşapların yerleştirilmesidir (Lev. 7). Bu uygulamalar küçük bloklar için geçerlidir. Büyük bloklar için farklı yöntemler kullanılır. Uzak mesafeler için merdaneler kullanılır. Örneğin eskiçağın en çok kullanılan mimari parçalarından biri olan sütunlar için belirli bazı yöntemler vardır. Taş ocağında kabaca şekil verilmiş sütun silindirinin uçlarına yuvalar yapılır ve içlerine demir dökülür. Ardından uçlara yerleştirilen demir çubukların tuttuğu ahşaptan bir çerçeve yapılır sütunu saran bu çerçeve de bir öküz arabasına bağlanarak gideceği yere çekilir (Lev. .




Silindir şeklinde olmayan ağır blokların taşınması için de bazı yöntemler geliştirilir. Bu yöntemde tekerlek ön plandadır. Ahşap malzemeden yapılan tekerlek geniş enli olarak tasarlanır. Böylece toprağa saplanmalar ortadan kaldırılır. Bu tekerleklerin çapı 3,5 cm. civarındadır. Sütun silindirlerini taşırken kullanılan yöntem gibi tahta çerçevelere yerleştirilen yataklar içine dönen demir çubuklar takılır. Taşınmanın daha rahat yapılması için, taşınan bloğun tekerleklerle aynı hizada yerleştirilmesi gerekir ((Ancak bu gibi yöntemler kısa mesafeler için kullanılır. Landels 1978, 212.)) (Lev. 9).




Bazı bloklarda manivelanın nereden yerleştirildiği çeşitli çentik izlerinden anlaşılır (Lev. 10). Taş ocağından kabaca işlenerek getirilen bloklar inşa alanında ince işçilik yapılarak uygun hale getirilir. Daha sonra yerleştirilecek olan yere iç ve dıştan kurulan payandalar sayesinde palangalardan oluşan bir sistemle yukarıya çekilir ve gerekli alana yerleştirilirdi. Blokların halatlarla ya da metal malzeme ile kaldırıldığı esnada daha statik olması için bloklar üzerine yardımcı oyuklar kazınır. Bu oyuklar; mahmuzlar, "U" oluklar (Lev. 11-12), yan ve alt oluklar nadir de görülse "V" oluklar şeklindedir. Bu oyuklar kalıcı olduğundan dolayı yapının görünmeyen ya da kullanılmayan bölümlerine açılır ((Adam 1994, 48.)).




Mahmuzların dört taraftan kaldırılacak şekilde olanları sadece sütun tamburlarında mümkündür. İki tarafta bırakılan mahmuzlar blokların duvara yerleşmesinin önlemek amaçlıdır. Oluk ve kanal sistemlerinde ise halat oluk ve kanalın içini dolanarak ağırlığı bütün bölgeye dağıtır. Daha sonra yerleştirme işlemi yapıldıktan sonra bir yerden çekilerek halat çıkartılır.




Taşıma ve kaldırmada zamanla halatın yerini metal gereçler alır ve halat bu öğelere takılan ikincil bir öğe olur. Bunlardan biri "kurt ağzı" denilen sistemdir ((Landels 1978, 99.)) (Lev. 13). Bu sistem bloğun oyuklarına yerleştirildikten sonra yukarıya çekildiğinde yuvada genişler ve yuvadan çıkmaz. Böylelikle sağlam bir ortam hazırlanıp ucuna halat bağlanıp çekilebilir. Ayrıca daha sağlam olması için kurt ağzının olduğu yere kurşun dökülür ((Çördük 2006, 26–32.)). Bir başka metal gereç ise kavraçtır. Bloklara açılan oyuklara yerleştirilen kavraç, halatın yukarıya çekmesiyle makas gibi çalışarak taşı sıkar böylelikle sağlam bir şekilde taş kaldırılmış olur (Lev. 14).




Roma döneminde imkanlarında artmasıyla taşıma yöntemlerinde daha farklı teknikler kullanılmaya başlanır. Örneğin 4-5 metre çapında ahşap silindirlerin içine konulan bloklar, halatlar sayesinde öküzler tarafından çekilir (Lev 15). Ancak bu yöntemin bir olumsuz yanı, silindire yön verilememesidir. Bu yüzden yoldan çıkmak gibi durumlar söz konusu olabilir ((Vitruvius X II, III.)).




Roma imparatorluk döneminde Pax Romana ile büyük bayındırlık hizmetleri tüm Roma coğrafyasına yayılır. Bununla birlikte gelişen inşaat tekniklerinin yanı sıra ihtişamlı yapılar yapılır. Böylelikle büyük bloklara olan ihtiyaç daha da artmaktadır. Artık tek bir halatla kaldırılamayacak hale gelen bloklar makaralar kullanılarak yapılara taşınır. Örneğin manivelayla üç makaralı bir palangada 135 kg.lık ağırlık kaldırılabilir. Bu tip sisteme trispastos denilir ((Bingöl 2004, 84.)). Pentaspastos adlı sistemde de beş makara bulunmakta iki kişi çıkrıkla 450 kg kaldırabilmektedir ((Bingöl 2004, 85.)) (Lev. 16).




Daha ağır yükler için halat sayısı arttırılarak iki-üç makara gerekir. Bu tip kaldırma vinçlerine Polypastos denmektedir ((Vitruvius X II, X.)). Bu tür vinçlerin bir bocurgatla çalışması gerekir. Bu taşıma sistemiyle dört kişi 3000 kg kaldırabilmektedir. Basamak çarklı bocurgat da üç halatlı beş makaralıdır. Bu sistemle 6000 kg yük kaldırılabilir (Lev. 17).


resimli taşıma teknikleri için

http://www.arkeoloji.web.tr/downloads.php?cat_id=8&download_id=177



yazıları hazırlayan T.Akçay'a ve emegı gecen her kısıye mınnetlerımızı borc bılırız. evet bu gun bunları ısledık yarına Allah Kerim...