PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Necronomicon;ölülerin kitabı gerçekten varmı


AYDIN
05-11-2009, 09:30 PM
DELİ ARAP VE ÇILDIRTAN KİTAP
Necronomicon nedir? O kadar çok ismi var ki ve hakkında o kadar çok efsane oluşmuş ki, bırakın kendisini hakkında yazılanlar ciltleri dolduruyor; "Arabın Kitabı","Ölü İsimlerin Kitabı" veya "Ölülerin Çağrı Kitabı" ya da "Çıldırtan Kitap" kısacası bu bir mistik kitap. Yazarının adı El Hazret veya El Azif. Yani meşum yazar Şamlı bir arap. İnançlara ve de bilinenlere göre Necronomicon gerçek bir büyücünün el kitabı ve hiç şakası yok. Bazılarına göre, böyle bir kitap hiç yok, sadece Amerikalı korku yazarı Lovecroft´un hayallerinin ürünü, bazılarına göre ise var ama yerini kimse bilmiyor. Kısacası Necronomicon, tam manasıyle gizem dolu.
Necronomicon´un yedi cilt olduğu ileri sürülüyor, aslı 900 sayfanın üzerindeymiş, her cildinin 125 sayfa civarında olduğu düşünülebilir. Peki bu garip kitap nerede ve ne zaman yazıldı? Necronomicon´un M.S. 730´da Şam´da Abdül El Hazret tarafından yazıldığı biliniyor. Öyleyse El Hazret kimdir? Çok az bilgi var, onun çoğu da Necronomicon´un içinde; Hep yolculuk yapar çok okurmuş, İskenderiye´den Pencap´a kadar dolaşmış, onlarca dil konuşur ve öğrencilerine dünyanın her yerinden araştırıp öğrendiklerini anlatırmış. Metodları Heredot´u ve hatta Bruno´yu anımsatıyor. Nostradamus´un ünlü "Yüzlükler" inin ilk iki dörtlüğünde anlattığı metodun kaynağı uzmanlara göre Necronomicon´dan alınmıştır;
1. GECEYARISI, GİZLİ ODAMDA YANLIZ ÇALIŞIRKEN, OTURURUM ÜÇ AYAKLI PİRİNÇ SEHPADA, KÜÇÜK BİR IŞIK GELİR İNSANSIZ YERDEN, DÜŞÜNCEMİ AYDINLATIR, TALİHİMİN BOŞ YERE OLDUĞUNA İNANMIYORUM.
2. ASA ELLERİM ARASINDA, KONUŞULUR BRANCHES ORTAMINDA, SU HAREKETLENİYOR, LİMBE, ETEĞİNDEN AYAĞA, BİR BÜYÜK KORKU, İÇTEN BİR SES, FARKLI BİR TİTREME, İLAHİ IŞIK, KUTSAL HABER ARTIK YANIMDADIR.
Büyü veya daha doğru bir tanımla majikal kehanet için çağdaş araştırmacılar bilincin açılması ve güncel etkilerden kurtulabilmesi için belli uyuşturucuların kullanıldığını belirtiyorlar. Bunun bir formülü de ele geçirilmiş; "Günnük, aselbent, diktamnus, haşhaş kökleri, afyon" gibi maddeler kullanılıyormuş. Kaynak Columbia Üniversitesi´ nin inançlar ve yöntemlerle ilgili araştırma raporlarından alınma. Yani Necronomicon sadece bu yönden geleceği görebilmenin yolunu da gösteriyor veya öğretiyor. "Çılgın Arap" El Hazret´in çağının çok ötesinde olduğu da anlatılmakta, çünkü bu Necronomicon sayesinde geleceği gördükten sonra çağının dışında kalmış veya uyum sağlayamamış, ona çılgın denmesinin nedeninin altında çağına göre alışılmadık biri olması yatıyor.
İnsanı çıldırtıyor ama nasıl?
Bir diğer kaynağa daha bakalım, Yunanlı Yeni-Platonist filozof Proclus (MS 410-485), astronomi, felsefe, matematik ve ************fizik uzmanıydı ve kullandığı büyü yöntemleriyle Hekate adlı mitolojik tanrıyı görebildiğini yazıyordu. Proclus, Eski Mısır ve Kalde gizem öğretilerinden yararlanmıştı ve Proclus´un yazılı yöntemlerinin tamamen El Hazret´in eline geçtiği ve Necronomicon´a aktarıldığı da söylenmekte. Neyse, biraz da bu garip kitabın basılı olup olmadığına veya basım tarihçesine kısa bir göz atalım.
Hiçbir Arap kaynağında Necronomicon´un çıkış bilgisi yok. Araştırmacı ve tarihçi İdris Şah, kitabı Hindistan´da Deobund´daki, Mısır El Azhar´daki ve Mekke´deki antik kitaplıklarda araştırmış ama başarılı olamadığını yazıyor. 1487 tarihli bir Latince belgede Dominikan Rahip Olaus Wormius imzasıyla Engizisyon´un ölümcül ismi Kara papaz Torquemada´nın İspanyol Yahudileri´ne zulmederken, Necronomicon´u ele geçirdiği ve İtalyanca´ya çevirttiği belirtiliyor. Wormius´a göre, kitap son derece tehlikeli ve okuyan insanı olağanüstü etkiliyor ve aklını başından alıyor. İçindeki bazı bölümlerde Tevrat´ın Yaradılış Bölümü´ ndeki gizli ve şifreli bölümlerin açıklamalarının bulunduğu ve bunları anlamanın sonucunda insanın çıldıracağını da belirtiyor.
Çıldırtan kitabın izinde.....
Wormius, kitabın bir kopyasını ele geçirmiş olmalı ki, Spanheim Başrahibi Johann Tritheim´ a yollamış ama sonra Wormius ekliyor; "Çeviriyi yaktım, bu Tanrı´ya küfürdü, gerçekler çok fazla ortaya çıkıyordu, İnsanlar buna hazır değiller, daha çok zaman gerekiyor.. Ama başka kaynaklar Necronomicon´un yokolmayıp Vatikan´a yollandığını yazmaktalar. Yüzyıl kadar sonra 1586´da, Wormius´a ait kopya Prag´da ortaya çıktı. Ünlü İngiliz majisyeni Dr. John Dee ve asistanı Edward Kelly bu kez Necronomicon´u ele geçirdiler, söz edildiğine göre Dee ve Kelly "Necromancy" denen ölüleri mezarlarından kaldırma deneylerine ondan sonra başladılar. Ama bir bomba daha duyuldu, Necronomicon´da simya yoluyla altın yapma yöntemleri de vardı.
Dr. Dee, Necronomicon´u İngilizce´ye çevirip Manchester´de Christ´s College´e bıraktı. Sonra büyük koleksiyoncu Elias Ashmole eliyle Oxford´da Bodleian Library´de yer aldı. Ve şu anda da Londra´da British Museum´da Necronomicon´un bir kopyasının bulunduğu müze kayıtlarında yer alıyor.
Bildiğimiz herşeye aykırı.....
Ne var bu korkunç kitabın içinde? Ulaştığımız kadarıyle bildiklerimize bir göz atalım;
-Tufan öncesiyle ilgili inanılmaz gerçekler vardır. El Hazret kaybolmuş geçmişin içyüzünü anlatırken, Tevrat´daki "Yaradılış" bölümüyle, mitolojik kaynaklar arasında kesin benzerlikler olmasına rağmen Tevrat bunları gizlemekte, bugüne kadar yapılan çeviriler ise kutsal kitabın aslından çok uzak. Geniş ayrıntılarla geçmişin ve dinlerin kaynağının içyüzü anlatılıyor.
-İnsan ırkı, dünyadan önce başka bir yerdeydi. Buna başka kürelerden gelme denmekte. Neo-Platonist inançlara göre anlatılan dünya benzeri yıldızlarda kendilerine özgün yaşam formları bulunmaktadır. Bu yaşam biçimlerinin özellikleri kozmik hiyerarşinin evrim çizgisiyle belirlenirler.
-Özel zamanların belirlenmesiyle ve özel semboller kullanılarak, eskilerle ilişki kuralabilir ve onlardan istenilen kozmik bilgiler alınabilir, o zaman geçmişe ve geleceğe hakim olmak mümkündür ama bu tehlikeli bir yoldur çünkü insan taşıyabileceği bilgiyi edinmeli ve bunun farkında olmalıdır.
Hitler kitaptan yararlanamadı.....
Necronomicon´un bilinen kopyaları kayıp görünüyor, bazı kaynaklar Adolf Hitler´in okkült ilgisi sonucunda kitabın bir kopyasını ele geçirdiğini belirtiyorlar ama sonrası bilinen bir şey, Führer´in sonu efsaneye göre Necronomicon´dan yararlanmışa benzemiyor. Dee´nin Bodleian Müzesi´ndeki çevirisi 1934´den sonra yok oldu, belki de Hitler´e giden kopya oydu. British Museum önceleri çalınmalardan söz ediyordu ama bunun doğru olmadığı anlaşıldı, Wormius baskısı oradaydı ama nedense kataloglardan silindi ve yeraltı depolarına kaldırıldı.
Hatta bir iddiaya göre çok değerli eşyalar klasmanına alınarak 1940´larda Kraliyet mücevherleriyle beraber Galler´de özel bir şatoya saklanmıştı. Sonra tüm dünya kitaplıkları Necronomicon ile ilgili kaynakları ve belki de kopyaları saklamak için sanki söz birliği ettiler. Necronomicon´ın çıldırtması anlaşıldığı kadarıyla sanıldığı gibi değil, sadece bildiğimiz, inandığımız herşeyi reddetmesi ve gerçeklerin çok farklı ve belki de çok acımasız olması yüzünden okuyanlar şoka giriyor olabilir. Ötesi, gizemin hala sürdüğünün gerçeği, kimbilir ne zaman kadar? Herhalde, kendimizden, ne için varolduğumuzdan ve geçmişizden korkmamayı öğrenene kadar da Necronomicon´u göremeyeceğiz.
devam edecek

AYDIN
05-11-2009, 09:32 PM
YA HANNANÜ ENTELLEZİ VESİAT KÜLLE ŞEY'İN RAHMETEN VE İLMEN )
Bir kişinin işi gücü bağlansa elinden varı yoğu gitse ve mutlak çaresizlik içine düşse isteseki güç, kudret ve zenginlik benimle olsun bu duayı 40 gün tarif üzere okumalıdır.
Bu işe niyet eden kişi hayvani gıdalardan pehriz etsin. Et, yağ, süt ve bunnlardan yapılan hiçbişey yemesin. Ekmek ve zeytinyağı yesin. Gül suyunda bekletilmiş çekirdeği çıkarılmış kuru kızıl üzüm yesin. Halka karışmasın kadınlar ile oturmasın.Daima tebessümlü bir ifade ile sukunet içinde dursun kızmasın ve üzülmesin. bu şekilde 7 gün geçirdikten sonra insanlardna uzak bir yerde bir inzivaya çekilsin.
Bir daire çevirsin ve dairenin içine girip otursun yukarıda yazan ismi geceli gündüzlü olarak günde 6000 defa okusun gücü yeter ise daha fazla okusun. Bu isim dışında bişey okumasın. Buna 40 gün devam etsin 40 gün içerisinde aşağıdaki alametleri görüp yaşasın.
1. ALAMET
Bu ismi yedi gün okuduktan sonra gözüne her yer söğüt yaprağı gibi yeşil görünür. Ne zaman bunu görse korkmasın ve okumaya azimle devam etsin. Kendini sağlam tutsun inancını kaybetmesin ve okumaya devam etsin.
2. ALAMET
8. gün olduğunda yanına heybetli iki kimse gelir ve derler ki : Ey salih kişi maksadın nedir muranın nedir bize söyle biz sana yol gösterelim. Bu ismi okumayı terket git dünya işleri ile meşgul ol biz sana yardım edelim bu yaptığın iş akıl fikir işi değildir. Olacak bir iş değildir. Okuyan kişi bunu söyleyenlere cevap vermesin . Ne kadar nasihat edilirse edilsin. Dönüp bakmasın sözlere bir cevap vermesin. Sürekli okumaya devam etsin. Okumaya devam ettikçe onlar gözden kaybolup giderler. Okumayı terkeder cevap verirsen aklın gider.
3. ALAMET
13. gün geldiğinde okuyan yine yerine geçip okumaya devam etsin. Gönlüne bişey getirmesin umutsuzluğa kapılmasın ve korkmasın. vaktine hazır olsun. İkindi vakti bir yeşil kuş gözüne görünür. Güvercin büyüklüğünde olur. Kaba bir ses ile bağırır. Ona benzer kuşlar gelirler ve etrafında dolaşırlar. Davet sahibini daire dışına çağırılar. Birbileri ile dalaşır. Okuyanı okumaktan men etmeye çalışırlar. Okuyucu okumaya devam etsin onlara dönüp bakmasın. Seslerine kulak vermesin. Daha yüksek sesle okusun. O zaman kuşlar giderler.
4. ALAMET
17. gün okuyucunun olduğu yere güzel suretli süslü giyimli sakalsız bir genç adam gelir. sağ yanağı üzerinde büyük bir beni olur. saçı iki bölüktür. saçları iki yanına dökülmüş hafif uzundur. Gören kişinin aklını çeler. Geldiği vakit selam verir. Okuyan kişi selamı alsın başka bişey demesin ve konuşmasın. Okumaya devam etsin. Gelen kişi bin bir naz eder okuyanın aklını çelmeye çalışır. Okuyan katiyetle onla meşgul olmasın ona ilgi göstermesin yoksa okuduğu aklından gider unutur. O saat gelen kişi okuyanı öldürür.
5. ALAMET
27. gün okuyan kişi her ne aklına gelse gönlündekini bilir. Kalp gözü açılır. nereden geldiğini nereye gideceğini ne olacağını anlar hisseder. Ancak bu sırları kimselere demesin. taki yaptığı davet sonuçlanana kadar sussun. Gçrdüğünü bildiğini kendine saklasın. Şöhret peşinde olmasın. Amacındna sapmasın ve okumaya devam etsin.
6. ALAMET
28. gün bulunduğu yere bir tül iner. bu tül bir örtü gibidir okuyucu bu örtü içine girsin. orada otursun ve okumaya devam etsin. Akşam olunca bir toprak kandilli bir kişi gelir. kandilin fitilini yakar. Snırsın zeytin yağı ve yasemin yağı yanıyor. Ertesi güne kadar her gece 12 gece boyunca o kandili yakar sabah söndürür. Bu zamandan sonra okuyucu örtü içinde oturmalıdır. uyuyacağı zaman örtüden çıkmasın orada uyusun. 40. geceye kadar. 40. gün 4 kişi gelir.Okuyucuya şöyle derler.
Ey Adem oğlu tez çık o örtüden ve okumayı terk et. Bu yaptığın iş hayalden öte bişey değildir. Gördüklerin bir rüyadan ibarettir.
Okuyucu okumayı terketmesin ve örtüden çıkmasın. Sürekli okusun ona tekrar seslenirler.
Maksadın nedir sen iste verelim. Mahrubun mu var sana getirelim. Düşmanınmı var helak edelim. Gel anlat.
Okuyucu bu sözlere cevap vermeisn ve okumaya devam etsin. Onlar görürlerki ne kimseden korkuyor nede cevap veriyorç Ona derler ki.
O meleği azim hakı için ki onun adıyla müzahhar kıldın. Hacetin nedir deki hazıl edelim.
Okuyucu onlara şöyle desin.Benim sizinle hacetim yoktur. O nesne ki ben dilerim. Allah ü Teala verir. Varın siz selametle gidin.
Daha fazla konuşmasın. Örtüden çıkmasın veya okumayı terketmesin. Onu hemen öldürürler.
7. ALAMET
40. günün sonunda bir ses duyulur. Ortam açılır genişler başka bir yerde gibi olursun.Aklımızın alamadığı şeklini bilemediğimiz ve görmediğimiz çokça asker görünür.Okuyan onlara bakmasın ve cevap vermesin. Sürekli okumaya devam etsin.30.000 kişi ile sultanları gelir. Hiç kimseye veya hiç bir şeye benzemez. Yanındakiler sultana hizmet ederler. Sultanları gelir okuyucuya selam verir. Okuyuxu iki elini göğsü üzerine koyarak selam alsın ve yerinden ayrılmasın. Oturup okumaya devam etsin. Sultanları konuşana kadar okumaya devam etsin.
Sultan der ki ey ademoğlu maksadın nedir. Ne yapmaya çalışmaktasın.
Davet sahibi Allah senden razı olsun senki gelmenle beni razı ettin. Benim davetimi kabul edip geldin. Senden muradım şudur ki beni askerlerine arz edesin.beni tanıyalar.benim emrimde olalar. her ne vakit benim bir sıkıntım olsa benim sıkıntımı gidereler. Senin nazarın daima benim üzerimde olsun. Kendini bana gösteresin. Benim halimden gafil olmayasın. Bana kendi elinle bir ahidname yazıp veresin. ne zaman ihtiyacım olsa dilesem yerine getiresin.
Ahdi aldıktan sonra 7 defa bu ismi okuduğunda diğer alemin kapılarını açar ve istediği yardımı alır.
Bu gün bu kadar anca yazabildim. Yazı Paylaşım amaçlıdır. Şahsi düşüncem Allahtan başka hiçbir maneviyata insanın ihtiyacı yoktur. Onun vermediğini vermeye kimsenin gücü yetmez. Cantar arkadaşımızın yazısında bir kaç husus daha var. Maddeleri altına çevirme falan gibi onlarla ilgilide başka gün yazayım belki işe yarar bizde define aramak yerine define yaparız.

AYDIN
05-11-2009, 09:35 PM
MISIR 'IN ÖLÜLER KiTABI


Düsünce evreninin besigi kabul edilen Yunanlilar, Thales ya da Euclid'e ragmen yine de zaman ve saat matematigin'! yeterince çözümleyememislerdi, çok daha farkli bir kültürel konumda bulunan Misirlilar'in pratik çözümü sasirticidir. Gerçekten de Misir'in Yunan'da oldugu gibi bir matematik felsefesi, düsünürleri yoktu. Astronomik tüm bilgileri dinsel törenlerle kisitliydi ama Misirlilar MÖ 3000 civarinda, günesin dogusunu ve batisini hesaplayarak bir dikilitasin neresinin günün hangi saatinde isik alacagini, bir tapinagin bir yerindeki penceresinden içeri girecek olan günes isigi ile bir yazi sifrelemeyi biliyorlardi. Günesin disinda, Eski Misirlilar, gökyüzününün en parlak cisimlerinden Sirius' un da, yilda bir kez sabah saatinde günesle ayni konuma geldigini de kesfetmislerdi. Bu astronomik konum, Nil'in tasmasiyla ilgili olarak Nil yilinin baslangiciydi, Misirlilar için bu günler Misir tanrilari Osiris, Horus, Seth, isis ve Neftis'in dogum günleriydi. Nil yili daha da dogrusu Nil Nehri'nin varligi Misirlilar için öylesine önemlidir ki, ölüm ötesiyle ilgili inançlari da dogurmustur.



Firavun bir Tanri'ydi...

Fransiz Moret'e göre, Nil Nehri Misir'i Akdeniz ve Afrika Misir'i diye ikiye ayirir, gerçekten de bu cografi konum bin yillarca Misir'i Yukari ve Asagi Misir ya da Krallik olarak jeopolitik olarak böldü. Bu bölünme ve temeldeki krallik kavgalari Misir'in tek kralinin yani Firavun'un varligim da böldügünden önemlidir, zira tüm eski uygarliklarin içinde kendisinin tanri oldugunu ileri süren tek kral, Firavundur. Gerek Mezopotamya'da, diger Orta Dogulular'da daima krallar tanrilarin seçtigi temsilcilerdiler, ancak ölümlerinden sonra tanrilastilar ama Misir'da Firavun, tanri demekti. Yasarken Horus, öldügünde ise Osiris'ti. iste bu inanç topyekün Misir mitolojisi ile, kralligin dogrudan iliskisi demekti. Misirlilarin mumyalama ve mumyalama ile ilgili mitler, uygulanan ritüeller hep bu temelin üzerindeydi. Ölüm ve ölüm ötesi yasama böylesine bir takinti sadece Firavun'un ölümsüzlügü ve tanriligi nedenine baglidir. Ama Misir'da Osiris kültünün hemen yaninda kökeni çok daha eskilere giden bir de Ra kültü yani Günes-Tanri veya dini vardi, ikisinin kokteyli ve yasamin kökeni olan Nil inançlari Misir dinini olusturuyordu, Çok kisa olarak Osiris'i tanimamizda yarar var.



Bilim kurgu romanina benzeyen bir mitoloji,

Osiris bitkiler evreninin tanrisidir, ölür ve yeniden dirilir ama ayni zamanda da yeralti dünyasinin da hakimidir, ruhlarin yazgisina karar veren kurulun basidir ve salt bu yönüyle mumyalama ritüellerinin kaynagi olur. Osiris'in erkek kardesi Seth ile olan kavgasi ise Yukari-Asagi Misir ayriminin simgesidir. Böylece Osiris'in sosyal, dinsel ve siyasal üç kimligi ortaya çikar, isis, Osiris'in kizkardesi ve ayni zamanda da karisidir, kayinbiraderleri olan Seth ve Typhon 72 ihtilalciyle beraber iyi Kral Osiris'i parçalara ayirip, Misir'in 42 eyaletine bu parçalari atacakti. isis, Seth'in dagittigi parçalari bulacak ve kizkardesi Neftis'in yardimiyla yeniden yasama döndürecektir. Osiris, bundan sonra yeralti ülkesinde yasayacak ve oglu Horus öcünü alacaktir. Horus daima sahinle simgelendi ve firavunlarin baslarinda sahin armasi bulunurdu. Ama firavun ayni zamanda da Misir'in ilk krali ve dünyanin yaraticisi olan olan Ra'nin da ogluydu. Osiris ve Ra kültlerinin karisimi burada açikça görülür. Bir bilim kurgu öyküsüne benzeyen kisa ama temel giristen sonra Misir'in ölüm ve ölüm ötesiyle ilgili inançlarim daha iyi anlayabiliriz.

Simdi ölüme dogru yol alalim...


"Ölüler Kitabi" ve ötesi...

Eski Misir'da ölüm ve ötesiyle ilgili kaynaklar Piramit ve Tabut yazitlaridir, bütün bunlar "Ölüler Kitabi" denen ölüm, ölüme geçis ve ölümden sonra yasamla ilgili kurallari ve düzeni anlatan bütün bir bilgi veya inanç sisteminin parçalaridirlar. Misirlilar ölümden sonra yeniden dirileceklerine inanirlardi, Osiris'in yeniden dogmasi ve onun kisiliginde simgelenen KIS ve BAHAR örneklerindeki gibi. ?nsan beden ve ruhtan olusuyordu, her ikisi de ölümden sonra ebedi olarak kalabilirdi, yeter ki ölümden sonra insan Osiris'in önünde günahlarini bagislatsin ve saf olarak cennette kalabilsin. Osiris, insanin kalbini bir tüy ile tartarak samimiyetini ölçerdi, eger ölü insan bu ölçümde basarisiz olursa aç, susuz ve günessiz olarak ebediyen mezarinda kalirdi. Osiris'in sinavlarindan basariyla geçebilmek için bazi yöntemler uygulanirdi, örnegin mezarlara yiyecek ve tanrilari sevindirecek tilsimlar konurdu. Ayrica, balik, yilan, hamamböcegi gibi böcekler rahipler tarafindan kutsanarak ölüye yardimci olurlardi. Ama en önemlisi, "Ölüler Kitabi" nin satin alinip mezara konmasiydi. "Ölüler Kitabi" ölüm rahiplerinin yazdiklari dua ve yöntemlerle, Osiris'i sakinlestirecek ve hatta aldatacak önerilerle doluydu. "Ölüler Kitabi" örneklerinden yüzlercesi papirüs rulolar halinde mezarlardan çikarilmistir ve en eskileri Piramitler Dönemi'ne aittir, yani M.Ö. 2500'lere. Misir inançlarina göre tüm bilgiler veya bilim bilge tanri ve yazman Toth tarafindan yazilmistir. Bugün dahi bazi mistikpagan çevreler Tarot Kartlari'nin kökeninin Toth kültünden kaynaklandigina inanirlar.


Tek Tanri'nin pesindeki Kral

Tüm bu yöntemlerin sonucunda ölen bir insan, öteki dünyada yasamak için hak kazanabilir, günahlarini affettirebilir, istenilen yasama kavusurdu. ?lginçtir tüm Eski Misir ölüm inançlarinda ahlaki ögütlere pek rastlanmaz, rahipler halkin dinsel törenleriyle ugrasirlar ama genelde onlarin ahlaki düzeyi ile ugrasmazlardi. Ölüler Kitabi'nda eger rahipler çözüm getirdiyse, iyi ve ahlakli biri olmanin pek üzerinde durulmaz. Sihir ve büyü Misir inançlarinda çok etkin ve yaygindir, Firavun'un özel büyücü ve sihirbaz danismanlari vardi, özetle Misir dini tüm zengin ögelerine ragmen, ahlaki bir ögreti içermedigi veya ruhsal egitmeyi içeren bir yaklasimda bulunmadigi için kutsal bir kitaba sahip degildir, bilindigi kadariyla dinsal metin olarak ortada sadece "Ölüler Kitabi" nin bölümleri vardir. Ama "Ölüler Kitabi" ndan örnekleri görmeden önce bir dönem Misir'i etkileyen dinsel reformu unutmamak gerekir. Reformun babasi MÖ 14.Yüzyil'da yasayan IV.Amenofis'ti, bu Firavun monoist bir temeli olan ve yaratici ilah Aton'un disinda tüm tanrilari reddeden yeni bir dini kurdu. IV.Amenofis, tahta geçtiginde rahip sinifinin gücünün kralliktan fazla oldugunu ve yönetimi ellerinde tuttuklarini fark etti, bundan kurtulmak istemisti, bir baska kaynaga göre ise Firavun, bir günes rahibi olan amcasinin etkisindeydi. önce baskenti Orta Misir'a Amarna'ya tasidi, Amarna'ya "Aton'un Ufku" anlamina gelen "AknetAton" adi verildi, sonra Amon'un büyük rahipligi makamim kaldirdi ardindan Teb'de isyan çikti ama ordu bastirdl, IV.Amenofis kararliydi. Yeni dinin esaslarini belirledi ve mistik siirler yazdirdi, inancin temelinde yalana karsi gelerek gerçege ulasma düsturu vardi ve Tek Tann'ya olan sevgi derin duygularla anlatiliyordu; mezar taslannda "Ey. biricik Allah senden baskasi yoktur." yazilari bulunmustur.


Bin yillar dinleri bagliyor mu?

IV.Amenofis. büyü ve sihri yasakladi, ölümden sonra da tek hakimin Aton olduguna inanildi. Yeni dine inanan, Aton'un büyüklügü ve tekligme iman eden kisi, öte dünyada da mutlu olacakti. Buna ragmen. IV. Amenofis tanri ogullugu sifatini reddetmedi ve yüzyillar sonraki Hz isa'yi animsatan bir tür peygamberlik yaklasimi içindeydi. Ama önemli bir yön daha vardi, kisi Tanri'ya asla bir ihtiyacini karsilamak için hitap etmezdi. aksine doganin güzelligine ve Yaratici'nin iyiligine heyecan ve ask duyan biri olmaliydi, gökten akan ve yasamin kaynagi olan Nur'a tapilirdi. esit olarak yayilan aydinlik adalet kavramim simgelerdi ve bu Nur Gerçeklik Ülkesi'ne bagliydi, burada da Anadolu Tasavvufusun bazi çizgileri ister istemez akla gelir. Bir yazitta söyle denir; "Ey yasamin baslangici olan Aton, yeryüzünü güzellikle doldurursun, isigin yarattigin her seyi aydinlatir ve her sey senin askinin baglariyla baglanir, her göz kendi üstünde seni görür, Ey Sen ki, tek ilahsin ve hiçbir benzerin yoktur, sen dünyayi kalbinin istedigi gibi yarattin..." Anlasiliyor ki, IV.Amenofis Tek Tanri düsüncesinin simgesi olarak günesi ve isinlarini seçmisti. Tapilan bir heykel veya put yoktu. Bu yeni din, yuvarlak kirmizi bir günes ve ondan çikarak yere inen ve uçlannda el sekilleri bulunan isinlar olarak simgelendi. Buradan çikan bir sonuç var...


Simgeler bilinmeyen gerçegi sakliyor

Tarihçi ve arastirmaci Arthur Weigall' a göre, Hz Musa'nin kavmiyle beraber Misir'i terk etmesi M.Ö. 1346'da Firavun Tutankamon dö

neminde olmalidir. Özgün adiyla "Manethon" yani Musa, tarihi bir kisiliktir, IV.Amenofis'in din reformu döneminde yasamis ve bu düsüncelerden yola çikmistir. Buna karsin, IV.Amenofis'in din reformu Misir'da köklesmemis, yirmi yil sürmüs ve ölümünden sonra eski inançlara dönülmüstür ama Tek Tanri inanci farkli bir yerde, Filistin'de köklesecek ve baska bir dinin temeli olacaktir. Biz yine "Ölüler Kitabi" na dönelim; birçok çagdas uzmana göre "Ölüler Kitabi" çok büyük ve çok derin bir sirdir. 1758'de Fransiz Cyprianus, derinligine zor varilan gerçek kutsalligi bu kitapla tanidigim belirtirken, bir diger uzman Lucien; "Misir dini bilmecelerle doludur, konuyu iyice bilmeden ve hatta mistik deneylerden geçmeden asla alay etmemeli veya küçük görmemeliyiz, tanrilarin gerçekten tanri, köpekbaslilarin ne oldugunu bilmek için bu sirlari tanimak gerekiyor" diyordu.


Ölüm ötesine geçis...

"Ölüler Kitabi"nin anlamini iyi bilen ruh, Evrenin Büyükleri'ne meydan okuyabilirler ve hakimlerin karsisina korkmadan çikabilirler. Her ölünün ruhunun tartilisi adli korkunç sinavda savunma yapabilecekler, Osiris'in önünde yeri öptükten sonra ruhlarini pisliklerden koruyacaklar. Çünkü ruh hem bir kadinin karnindan çikarken, hem de yasami süresince kapildigi tutkular yüzünden kirlenmistir ve ruh bedeninin kirlendigini hisseder. Ancak "Ölüler Kitabindaki dua ve formüller sayesinde ruh Ra'nin atesinde tutusmadan, 42 hakimin önüne çikmaktan korkmayacaktir. 42 hakimin her birisi Misir'in bir bölgesin! ve 42 günahtan birisini temsil ederken ölüyü sorgularlar, ölü o anda Thot'un önünde yanlislari itiraf etmelidir, Thot gizlilerin sahibidir, bilinmeyen bir nedenle bir sebek olarak resmedilir. Peki ölü ne diyecektir veya nasil olmalidir? Thot ve çakal kafali tanri Anubis teraziyi dikkatle izlerlerken ölü, insanlara karsi günah islemedigini, mevkilere saygili oldugunu, tanrilari kizdiracak bir sey yapmadigini, öldürmedigini ve öldürmek için emir vermedigini, kimseye aci çektirmedigini. tapinaklardan bir sey çalmadigini. kimsenin topragini çalmadigini. hileli tarti kullanmadigini, tanrilarin kuslarini ve kutsal göllerin baliklarini çalmadigini dogru olarak söyleyecek ve kendini temize çikaracak.


Cennet'te yasam

Tanrilarin yazicisi olan Thot ve mezarliktan koruyan Anubis, ölüyü dinledikten sonra teraziye bakacaklar ve eger Thot terazinin iki kefesinin dengede oldugunu yazabilirse. kefenin birisinde ölünün vicdaninin ve iradesinin simgesi olan kalbi, digerinde ise Maat'in yani gerçegin tüyü vardir, yani gerçek tüy kadar hafiftir. O zaman ibis kusu kafali Thot, ölüler tanrisi Osiris'e dönecek ve ölünün kalbinin dogru oldugunu ve kalbin tüyden agir olmadigini söyleyecektir. ?ste o zaman ölü, ebediyen istedigi

yerlere gidebilir, canlilarin arasina,yerin altina, Sa manyolunun derinliklerine... Artik o bir ölü degildir ,ölümsüzlerle beraberdir,bulundugu yerde yiyecek tarlalari vardir.incir agaçlarinin gölgesinde serinligi tadacaktir ve tanriçalarin sütünden içecektir. Bu arada kötülerin yerinide görecektir,

orada kendi iç organlarini yiyen krallar, iskenceci tanrilar, kafatari kesik ama vücutlari olan belleksiz ruhlar vardir". Ama o onlardan uzaktir ve isik ruhlarin arasinda. ebediyen yükselmistir, ?ncil'de yazdigi gibi; "..onlar cennette isik saçan yildizlar gibi olacaklar"dir.


"Ölüm geceye benzer"

"Ölüler Kitabi"indan bazi bölümlerdi bunlar, aslinda tümü Misir'in gizeminden ancak birkaç damlasi. Böylesine garip bir uygarligin bir diger örnegi tarihte yoktur. Yunan uygarliginin temelinde Misir yatar, tarihte bu kadar etkin iki kültür aktarimi daha vardir ama sonraki yüzyillarda, bunlar Yunan biliminin islam Dünyasi'na, islam kültürünün ise Bati Avrupa'ya aktarimidir. Basta söz edildigi gibi, Misirlilarin matematik bilgisinin incelenmesi hayal kirikligi yaratmistir çünkü günümüze kadar ulasabilen dev yapitlar insa edebilmislerdi fakat buna karsin TIP bilgileri sasirtici düzeydedir. Öte yandan Eski Misirda Mezopotamya'da oldugu gibi, Astroloji yoktur, yerinde Astroaltri yani gök cisimlerinin tanri kabul edilmesi vardir. Onlar, gök olaylarini dinsel bir çerçeve içinde görüyorlardi. Ayrica, göklerde sasmaz bir düzenin bulunduguna, görünümler degisse bile temelde bir kararliligin bulundugu inancindaydilar. Ama bu inanç mitoloji ve masallarla örülüydü ve bu yüzden Misir astronomisi ayinlerle, dinsel törenlerle iç içeydi. Çok dindardilar, din islerinin aksamamasi için çok özen gösteriyorlar, zamanin akisina anlam veriyorlardi. Onlara göre zaman bitimsiz oldugu için, daima yeniden, yeri bastan yasaniyordu. Günleri ugurlu veya ugursuz diye ikiye ayirirlardi, her zaman dilimi için sihir formulleri vardi, hareketlerini buna göre yönlendiriyorlardi. Geceye benzettikleri ölüm sonrasinda, ruhlarin kendilerini düsmanlarindan koruyabilmeleri ve davranislarini düzenleyebilmeleri için dünyasal görevlerini dogru zamanlarda yerine getiriyorlardi. Salt bu yüzden mezarliklarda lahit kapaklarinin içlerini kösegensel yildiz saatleri resimleriyte süslediler.


Misir, ünlü bir gezginin söyledigi gibi anlatilmasi degil, gezilip görülmesi ve hatta yasanmasi gereken bir yerdir. Giza Piramrtlerini, Teb'i. Karnak ve Lüksoru ve de müzelerdeki göz kamastiran eserleri yakindan görmeden günümüzden binlerce yil önce yasamis olan bu insanlari anlamak mümkün olmaz. Belki de böyle bir görsel asamadan sonra, Misirin gizemi, "Ölüler Kitabi" nin içyüzü ve diger bilinmeyenler aydinlanabilir

AYDIN
05-11-2009, 09:38 PM
Necronomicon nedir?

O kadar çok ismi var ki ve hakkında o kadar çok efsane oluşmuş ki, bırakın kendisini hakkında yazılanlar ciltleri dolduruyor; "Arabın Kitabı","Ölü İsimlerin Kitabı" veya "Ölülerin Çağrı Kitabı" ya da "Çıldırtan Kitap" kısacası bu bir mitik kitap. Yazarının adı El Hazret veya El Azif. Yani meşum yazar Şamlı bir arap.
http://http://img242.yukle.tc/images/8944nugsoth.jpg (http://www.yukle.tc)
Metodları Heredot´u ve hatta Bruno´yu anımsatıyor. Nostradamus´un ünlü "Yüzlükler" inin ilk iki dörtlüğünde anlattığı metodun kaynağı uzmanlara göre Necronomicon´dan alınmıştır;
1. GECEYARISI, GİZLİ ODAMDA YANLIZ ÇALIŞIRKEN, OTURURUM ÜÇ AYAKLI PİRİNÇ SEHPADA, KÜÇÜK BİR IŞIK GELİR İNSANSIZ YERDEN, DÜŞÜNCEMİ AYDINLATIR, TALİHİMİN BOŞ YERE OLDUĞUNA İNANMIYORUM.
2. ASA ELLERİM ARASINDA, KONUŞULUR BRANCHES ORTAMINDA, SU HAREKETLENİYOR, LİMBE, ETEĞİNDEN AYAĞA, BİR BÜYÜK KORKU, İÇTEN BİR SES, FARKLI BİR TİTREME, İLAHİ IŞIK, KUTSAL HABER ARTIK YANIMDADIR.
Büyü veya daha doğru bir tanımla majikal kehanet için çağdaş araştırmacılar bilincin açılması ve güncel etkilerden kurtulabilmesi için belli uyuşturucuların kullanıldığını belirtiyorlar. Bunun bir formülü de ele geçirilmiş; "Günnük, aselbent, diktamnus, haşhaş kökleri, afyon" gibi maddeler kullanılıyormuş. Kaynak Columbia Üniversitesi´ nin inançlar ve yöntemlerle ilgili araştırma raporlarından alınma.
FPRIVATE "TYPE=PICT;ALT=" http://http://img242.yukle.tc/images/8631iris.jpg (http://www.yukle.tc)
Yani Necronomicon sadece bu yönden geleceği görebilmenin yolunu da gösteriyor veya öğretiyor. "Çılgın Arap" El Hazret´in çağının çok ötesinde olduğu da anlatılmakta, çünkü bu Necronomicon sayesinde geleceği gördükten sonra çağının dışında kalmış veya uyum sağlayamamış, ona çılgın denmesinin nedeninin altında çağına göre alışılmadık biri olması yatıyor.
İnsanı çıldırtıyor ama nasıl?
Bir diğer kaynağa daha bakalım, Yunanlı Yeni-Platonist filozof Proclus (MS 410-485), astronomi, felsefe, matematik ve ************fizik uzmanıydı ve kullandığı büyü yöntemleriyle Hekate adlı mitolojik tanrıyı görebildiğini yazıyordu.
Proclus, Eski Mısır ve Kalde gizem öğretilerinden yararlanmıştı ve Proclus´un yazılı yöntemlerinin tamamen El Hazret´in eline geçtiği ve Necronomicon´a aktarıldığı da söylenmekte. Neyse, biraz da bu garip kitabın basılı olup olmadığına veya basım tarihçesine kısa bir göz atalım.
Hiçbir Arap kaynağında Necronomicon´un çıkış bilgisi yok. Araştırmacı ve tarihçi İdris Şah, kitabı Hindistan´da Deobund´daki, Mısır El Azhar´daki ve Mekke´deki antik kitaplıklarda araştırmış ama başarılı olamadığını yazıyor. 1487 tarihli bir Latince belgede Dominikan Rahip Olaus Wormius imzasıyla Engizisyon´un ölümcül ismi Kara papaz Torquemada´nın İspanyol Yahudileri´ne zulmederken, Necronomicon´u ele geçirdiği ve İtalyanca´ya çevirttiği belirtiliyor.
Wormius´a göre, kitap son derece tehlikeli ve okuyan insanı olağanüstü etkiliyor ve aklını başından alıyor. İçindeki bazı bölümlerde Tevrat´ın Yaradılış Bölümü´ ndeki gizli ve şifreli bölümlerin açıklamalarının bulunduğu ve bunları anlamanın sonucunda insanın çıldıracağını da belirtiyor.
Çıldırtan kitabın izinde..
Wormius, kitabın bir kopyasını ele geçirmiş olmalı ki, Spanheim Başrahibi Johann Tritheim´ a yollamış ama sonra Wormius ekliyor; "Çeviriyi yaktım, bu Tanrı´ya küfürdü, gerçekler çok fazla ortaya çıkıyordu, İnsanlar buna hazır değiller, daha çok zaman gerekiyor.. Ama başka kaynaklar Necronomicon´un yokolmayıp Vatikan´a yollandığını yazmaktalar.
Yüzyıl kadar sonra 1586´da, Wormius´a ait kopya Prag´da ortaya çıktı. Ünlü İngiliz majisyeni Dr. John Dee ve asistanı Edward Kelly bu kez Necronomicon´u ele geçirdiler, söz edildiğine göre Dee ve Kelly "Necromancy" denen ölüleri mezarlarından kaldırma deneylerine ondan sonra başladılar. Ama bir bomba daha duyuldu, Necronomicon´da simya yoluyla altın yapma yöntemleri de vardı.
Dr. Dee, Necronomicon´u İngilizce´ye çevirip Manchester´de Christ´s College´e bıraktı. Sonra büyük koleksiyoncu Elias Ashmole eliyle Oxford´da Bodleian Library´de yer aldı. Ve şu anda da Londra´da British Museum´da Necronomicon´un bir kopyasının bulunduğu müze kayıtlarında yer alıyor.
Bildiğimiz herşeye aykırı..
Ne var bu korkunç kitabın içinde? Ulaştığımız kadarıyle bildiklerimize bir göz atalım;http://http://img242.yukle.tc/images/2736blesu.jpg (http://www.yukle.tc)
* Tufan öncesiyle ilgili inanılmaz gerçekler vardır. El Hazret kaybolmuş geçmişin içyüzünü anlatırken, Tevrat´daki "Yaradılış" bölümüyle, mitolojik kaynaklar arasında kesin benzerlikler olmasına rağmen Tevrat bunları gizlemekte, bugüne kadar yapılan çeviriler ise kutsal kitabın aslından çok uzak. Geniş ayrıntılarla geçmişin ve dinlerin kaynağının içyüzü anlatılıyor.
* İnsan ırkı, dünyadan önce başka bir yerdeydi. Buna başka kürelerden gelme denmekte. Neo-Platonist inançlara göre anlatılan dünya benzeri yıldızlarda kendilerine özgün yaşam formları bulunmaktadır. Bu yaşam biçimlerinin özellikleri kozmik hiyerarşinin evrim çizgisiyle belirlenirler.
* Özel zamanların belirlenmesiyle ve özel semboller kullanılarak, eskilerle ilişki kuralabilir ve onlardan istenilen kozmik bilgiler alınabilir, o zaman geçmişe ve geleceğe hakim olmak mümkündür ama bu tehlikeli bir yoldur çünkü insan taşıyabileceği bilgiyi edinmeli ve bunun farkında olmalıdır.
Hitler kitaptan yararlanamadı..
Necronomicon´un bilinen kopyaları kayıp görünüyor, bazı kaynaklar Adolf Hitler´in okkült ilgisi sonucunda kitabın bir kopyasını ele geçirdiğini belirtiyorlar ama sonrası bilinen bir şey, Führer´in sonu efsaneye göre Necronomicon´dan yararlanmışa benzemiyor. Dee´nin Bodleian Müzesi´ndeki çevirisi 1934´den sonra yok oldu, belki de Hitler´e giden kopya oydu. British Museum önceleri çalınmalardan söz ediyordu ama bunun doğru olmadığı anlaşıldı, Wormius baskısı oradaydı ama nedense kataloglardan silindi ve yeraltı depolarına kaldırıldı.
Hatta bir iddiaya göre çok değerli eşyalar klasmanına alınarak 1940´larda Kraliyet mücevherleriyle beraber Galler´de özel bir şatoya saklanmıştı. Sonra tüm dünya kitaplıkları Necronomicon ile ilgili kaynakları ve belki de kopyaları saklamak için sanki söz birliği ettiler.
Necronomicon´ın çıldırtması anlaşıldığı kadarıyla sanıldığı gibi değil, sadece bildiğimiz, inandığımız herşeyi reddetmesi ve gerçeklerin çok farklı ve belki de çok acımasız olması yüzünden okuyanlar şoka giriyor olabilir. Ötesi, gizemin hala sürdüğünün gerçeği, kimbilir ne zaman kadar? Herhalde, kendimizden, ne için varolduğumuzdan ve geçmişizden korkmamayı öğrenene kadar da Necronomicon´u göremeyeceğiz.

AYDIN
05-11-2009, 09:41 PM
[I][B][COLOR="Red"]ÖLÜLER KİTABI.
http://http://img242.yukle.tc/images/7256necronomicon00.jpg (http://www.yukle.tc)


Yirmi dört saatlik günler ve yedişer günlük haftalar tertipleyen ilk takvimin günümüzden yetmiş yüzyıl önce (İ.Ö. V'nci bin yıl) eski Mısır'da yapıldığını hatırlarsanız, gök bilgisinin eski Mısır'da ne kadar gelişmiş bulunduğunu bütün gerçekliğiyle belirtmiş olursunuz. Kont de Volney, gök ölçüsünün kaynağını Mısır

topraklarında bulmakta haklıdır. XVi'ncı yüzyılda Paris dolaylarındaki Issy köyünde bir İzis tapınağının bulunduğunu da hatırlayınız. Eski Mısır tanrıları İzis, Oziris ve Serapis'e eski Yunan'da, eski Roma'da, Latin İtalyasında, dünyanın hemen her köşesinde rastlayacağız. Güneşin çevresinde toplanan bir gök sistemi akımı, eski

Mısır'dan yola çıkarak dünyaya yayılmıştır.






Bütün dinlerdeki erdem kurallarını toplayınız. Sonra da bunları papirüs tomarlarında gizlenen eski Mısır Ölüler kitabının, ölümden sonra Oziris'in muhakemesinde okunan, şu bölümüyle karşılaştırınız: Hiç kimseye kötülük etmedim. Yakınlarımı bahtsızlığa sürüklemedim. Gerçek evinde alçaklık etmedim. Kimseyi gücünün dışında çalıştırmadım. Benim yüzümden kimse korku duymadı, yoksulluk ve acı çekmedi, bahtsız olmadı.






Tanrıların kötü gördükleri şeyleri hiçbir zaman yapmadım. Kölelere kötü muamele ettirmedim. Kimseyi aç bırakmadım. Kimseye göz yaşı döktürmedim. Kimseyi öldürmedim. Kimsenin kahpece öldürülmesini emretmedim. Kimseye yalan söylemedim. Hiçbir utandırıcı davranışta bulunmadım. Zina etmedim. Yiyecekleri pahalı ve eksik satmadım.



Terazinin dirhemi üzerine hiçbir zaman elimi bastırmadım. Teraziyle tartarken hiçbir zaman hile yapmadım. Süt çocuklarının ağızlarından sütü uzaklaştırmadım.




Hayvanları çalmadım. Tanrı'nın kuşlarını ağ kurup avlamadım.Ölmüş balığı tutmadım. Hiçbir arkın suyunu başka yöne çevirmedim. Ben temizim, temizim, temizim.



Eski Mısır'ın ölümden sonra yaşama düşüncesi, gök ölçüsünün bu en çekici yanı, yeryüzü erdemini güçlendirmektedir. Çünkü, ölümden sonra sonsuza kadar mutlulukla yaşayabilmek için dünya üstündeki çok kısa süreli erdem sınavını başarıyla vermek gerekir. Bu sınavı başarıyla veremeyenler, öldükten sonra yeniden öldürülüp

yok edilirler. Tanrı Oziris tahtında oturmaktadır. Önündeki terazinin bir kefesinde dirhem yerine gerçek (hakikat)vardır. Ölünün , tartacaktır. Ölü, hayatının hesabını doğru vermişse cennetlik olur ve sonsuz mutluluğa kavuşur. Eski Mısırlılar buna inanmaktadırlar. Şu halde, erdemli bir yaşayış, eski Mısır dininin temelidir. Nitekim dünyanın dört bucağındaki çeşitli dinler de hep bu temele dayanmaktadırlar.






İ.Ö. ondördüncü yüzyılda Mısır'da Thebae kentinde çok akıllı genç bir kral yaşadı. Bu kralın adı dördüncü Amenotep(ya da Amenofis)'tir. İnsanları tek tanrıya bağlamayı düşündüğü sırada henüz yirmi yaşındaydı. Tarihçiler, onun bu ileri ülküsüne çeşitli nedenler yakıştırıyorlar. Kimine göre Amenotep, Thebae rahiplerinin siyasal egemenliklerini,kırmak istemiştir. Kimine göre de Mısırlı olmayan uyrukları bağlamak amacını gütmüştür. İçinden gelen bir tektanrı sevgisine uyduğunu söyleyenler de var. Nedeni ne olursa olsun, dördüncü Amenotep'in başarmak istediği iş,tarih çapında önemli bir iştir.






O zamanlar Mısır'da her kentin, her kasabanın ayrı tanrısı vardı. Bu tanrılar, totem düşüncesinin kalıntılarıydı.Nasıl totem sadece kendi klanını koruyup gözetiyorsa, kasaba tanrıları da kendi kasabalarını koruyup gözetiyordu.



Thebae kasabasının da Amon adında bir tanrısı vardı. Thebae başkent olmadan önce önemsiz bir tanrıydı bu.Büyük tanrı Ra'nın yanında adı bile anılmazdı. Thebae başkent olunca Amon baş tanrı oldu, gene de Ra'yı bir kalemde silemediği için, adına Amon-Radendi. Amon, artık her adın başında ya da sonunda yer alıyordu. Kendisiyle savaşacak olan Amenotep'in adı bile onunla süsleniyordu. Amenotep, Amon hoşnuttur anlamına geliyordu.Amon'un ondan hoşnut olup olmadığı bilinemezdi ama, bu genç adamın Amon'dan hoşnut olmadığı pek yakında görülecekti.






Bütün tanrılar güçlerini güneşten alıyorlardı. Ra da Doğan Güneş Tanrısıydı. Amenotep, evrensel güneşinevrensel bir din yaratmaya yeteceğini düşünmüş olmalıdır. Güneş yuvarlağını kişileştiren Aton genç, kral tahta çıkıncaya kadar pek önemsenmemişti. Amenotep, egemenliği eline alır almaz büyük din devrimine Amon'un yerine Aton'u getirmekle başladı. Başta Amon olmak üzere bütün tanrıların adlarını sildiriyor, onlara tapmayı kesinlikle yasak ediyordu. Genç kralın korkusundan bütün Amonlu adlar Atonlaşmaya başladılar. Kendisi de Amenotep adını bırakarak Aton'un büyüklüğü anlamına gelen Akhnaton adını aldı.




Bu büyük devrimi Thebae kentinde dilediği çabuklukla başaramayacağını anlayan genç Akhnaton, krallığının dördüncü yılında başkenti de değiştirdi. Orta Mısır'da güneş yuvarlağının ufku anlamına gelen Akhhetaton adlı yeni bir başkent kurdu. Bu yeni başkent, Aton tapınaklarıyla süslenmişti (bu kentin bugünkü adı Tel-el-Amarna'dır). Artık bütün Mısır'da tek tanrı egemendi.Aton'dan başkasına tapmak yasaktı. Çoktanrıcılık bir akıllı delikanlının özel gücüyle bir anda silinivermişti ortadan.



Amenotep'in tek tanrısı Aton için yazdığı şu şarkı, onun bu kocaman devrimle ne büyük bir amaç güttüğünü açıkça anlatıyor: Sen ki eşyanın oluşu sırasında zaten yaşamaktaydın ey canlı Aton, ufukta parlayarak yükseliyorsun.




Güzelliğin bütün ülkeleri aydınlatıyor. Güçlü büyüklüğünle dünyanın üstünde göründüğün zaman ışıkların, yarattığın alemin son uçlarına kadar bütün ulusları kucaklıyor...





Evrensel güneşi evrensel bir düşünce olarak bütün uluslara yaymak... İşte Amenotep'in büyüklüğü buradadır. Ne yazık ki ömrü bu büyük devrimin kökleşmesine yetmemiştir. Öldüğü zaman yirmi dokuz yaşındaydı. Ölümünden pek az sonra gericiliğin tepkisi başladı, birkaç yıl içinde de insanları birleşmeye ve özgürlüğe çağıran bu düşünce,yobaz ve çıkarcı kafaların saldırıları karşısında yıkılıp gitti.


Düsünce evreninin besigi kabul edilen Yunanlilar, Thales ya da Euclid'e ragmen yine de zaman ve saat matematigin'! yeterince çözümleyememislerdi, çok daha farkli bir kültürel konumda bulunan Misirlilar'in pratik çözümü sasirticidir. Gerçekten de Misir'in Yunan'da oldugu gibi bir matematik felsefesi, düsünürleri yoktu. Astronomik tüm bilgileri dinsel törenlerle kisitliydi ama Misirlilar MÖ 3000 civarinda, günesin dogusunu ve batisini hesaplayarak bir dikilitasin neresinin günün hangi saatinde isik alacagini, bir tapinagin bir yerindeki penceresinden içeri girecek olan günes isigi ile bir yazi sifrelemeyi biliyorlardi. Günesin disinda, Eski Misirlilar, gökyüzününün en parlak cisimlerinden Sirius' un da, yilda bir kez sabah saatinde günesle ayni konuma geldigini de kesfetmislerdi. Bu astronomik konum, Nil'in tasmasiyla ilgili olarak Nil yilinin baslangiciydi, Misirlilar için bu günler Misir tanrilari Osiris, Horus, Seth, isis ve Neftis'in dogum günleriydi. Nil yili daha da dogrusu Nil Nehri'nin varligi Misirlilar için öylesine önemlidir ki, ölüm ötesiyle ilgili inançlari da dogurmustur.



Firavun bir Tanri'ydi...

Fransiz Moret'e göre, Nil Nehri Misir'i Akdeniz ve Afrika Misir'i diye ikiye ayirir, gerçekten de bu cografi konum bin yillarca Misir'i Yukari ve Asagi Misir ya da Krallik olarak jeopolitik olarak böldü. Bu bölünme ve temeldeki krallik kavgalari Misir'in tek kralinin yani Firavun'un varligim da böldügünden önemlidir, zira tüm eski uygarliklarin içinde kendisinin tanri oldugunu ileri süren tek kral, Firavundur. Gerek Mezopotamya'da, diger Orta Dogulular'da daima krallar tanrilarin seçtigi temsilcilerdiler, ancak ölümlerinden sonra tanrilastilar ama Misir'da Firavun, tanri demekti. Yasarken Horus, öldügünde ise Osiris'ti. iste bu inanç topyekün Misir mitolojisi ile, kralligin dogrudan iliskisi demekti. Misirlilarin mumyalama ve mumyalama ile ilgili mitler, uygulanan ritüeller hep bu temelin üzerindeydi. Ölüm ve ölüm ötesi yasama böylesine bir takinti sadece Firavun'un ölümsüzlügü ve tanriligi nedenine baglidir. Ama Misir'da Osiris kültünün hemen yaninda kökeni çok daha eskilere giden bir de Ra kültü yani Günes-Tanri veya dini vardi, ikisinin kokteyli ve yasamin kökeni olan Nil inançlari Misir dinini olusturuyordu, Çok kisa olarak Osiris'i tanimamizda yarar var.



Bilim kurgu romanina benzeyen bir mitoloji,

Osiris bitkiler evreninin tanrisidir, ölür ve yeniden dirilir ama ayni zamanda da yeralti dünyasinin da hakimidir, ruhlarin yazgisina karar veren kurulun basidir ve salt bu yönüyle mumyalama ritüellerinin kaynagi olur. Osiris'in erkek kardesi Seth ile olan kavgasi ise Yukari-Asagi Misir ayriminin simgesidir. Böylece Osiris'in sosyal, dinsel ve siyasal üç kimligi ortaya çikar, isis, Osiris'in kizkardesi ve ayni zamanda da karisidir, kayinbiraderleri olan Seth ve Typhon 72 ihtilalciyle beraber iyi Kral Osiris'i parçalara ayirip, Misir'in 42 eyaletine bu parçalari atacakti. isis, Seth'in dagittigi parçalari bulacak ve kizkardesi Neftis'in yardimiyla yeniden yasama döndürecektir. Osiris, bundan sonra yeralti ülkesinde yasayacak ve oglu Horus öcünü alacaktir. Horus daima sahinle simgelendi ve firavunlarin baslarinda sahin armasi bulunurdu. Ama firavun ayni zamanda da Misir'in ilk krali ve dünyanin yaraticisi olan olan Ra'nin da ogluydu. Osiris ve Ra kültlerinin karisimi burada açikça görülür. Bir bilim kurgu öyküsüne benzeyen kisa ama temel giristen sonra Misir'in ölüm ve ölüm ötesiyle ilgili inançlarim daha iyi anlayabiliriz.

Simdi ölüme dogru yol alalim...



"Ölüler Kitabi" ve ötesi...

Eski Misir'da ölüm ve ötesiyle ilgili kaynaklar Piramit ve Tabut yazitlaridir, bütün bunlar "Ölüler Kitabi" denen ölüm, ölüme geçis ve ölümden sonra yasamla ilgili kurallari ve düzeni anlatan bütün bir bilgi veya inanç sisteminin parçalaridirlar. Misirlilar ölümden sonra yeniden dirileceklerine inanirlardi, Osiris'in yeniden dogmasi ve onun kisiliginde simgelenen KIS ve BAHAR örneklerindeki gibi. ?nsan beden ve ruhtan olusuyordu, her ikisi de ölümden sonra ebedi olarak kalabilirdi, yeter ki ölümden sonra insan Osiris'in önünde günahlarini bagislatsin ve saf olarak cennette kalabilsin. Osiris, insanin kalbini bir tüy ile tartarak samimiyetini ölçerdi, eger ölü insan bu ölçümde basarisiz olursa aç, susuz ve günessiz olarak ebediyen mezarinda kalirdi. Osiris'in sinavlarindan basariyla geçebilmek için bazi yöntemler uygulanirdi, örnegin mezarlara yiyecek ve tanrilari sevindirecek tilsimlar konurdu. Ayrica, balik, yilan, hamamböcegi gibi böcekler rahipler tarafindan kutsanarak ölüye yardimci olurlardi. Ama en önemlisi, "Ölüler Kitabi" nin satin alinip mezara konmasiydi. "Ölüler Kitabi" ölüm rahiplerinin yazdiklari dua ve yöntemlerle, Osiris'i sakinlestirecek ve hatta aldatacak önerilerle doluydu. "Ölüler Kitabi" örneklerinden yüzlercesi papirüs rulolar halinde mezarlardan çikarilmistir ve en eskileri Piramitler Dönemi'ne aittir, yani M.Ö. 2500'lere. Misir inançlarina göre tüm bilgiler veya bilim bilge tanri ve yazman Toth tarafindan yazilmistir. Bugün dahi bazi mistikpagan çevreler Tarot Kartlari'nin kökeninin Toth kültünden kaynaklandigina inanirlar.



Tek Tanri'nin pesindeki Kral

Tüm bu yöntemlerin sonucunda ölen bir insan, öteki dünyada yasamak için hak kazanabilir, günahlarini affettirebilir, istenilen yasama kavusurdu. ?lginçtir tüm Eski Misir ölüm inançlarinda ahlaki ögütlere pek rastlanmaz, rahipler halkin dinsel törenleriyle ugrasirlar ama genelde onlarin ahlaki düzeyi ile ugrasmazlardi. Ölüler Kitabi'nda eger rahipler çözüm getirdiyse, iyi ve ahlakli biri olmanin pek üzerinde durulmaz. Sihir ve büyü Misir inançlarinda çok etkin ve yaygindir, Firavun'un özel büyücü ve sihirbaz danismanlari vardi, özetle Misir dini tüm zengin ögelerine ragmen, ahlaki bir ögreti içermedigi veya ruhsal egitmeyi içeren bir yaklasimda bulunmadigi için kutsal bir kitaba sahip degildir, bilindigi kadariyla dinsal metin olarak ortada sadece "Ölüler Kitabi" nin bölümleri vardir. Ama "Ölüler Kitabi" ndan örnekleri görmeden önce bir dönem Misir'i etkileyen dinsel reformu unutmamak gerekir. Reformun babasi MÖ 14.Yüzyil'da yasayan IV.Amenofis'ti, bu Firavun monoist bir temeli olan ve yaratici ilah Aton'un disinda tüm tanrilari reddeden yeni bir dini kurdu. IV.Amenofis, tahta geçtiginde rahip sinifinin gücünün kralliktan fazla oldugunu ve yönetimi ellerinde tuttuklarini fark etti, bundan kurtulmak istemisti, bir baska kaynaga göre ise Firavun, bir günes rahibi olan amcasinin etkisindeydi. önce baskenti Orta Misir'a Amarna'ya tasidi, Amarna'ya "Aton'un Ufku" anlamina gelen "AknetAton" adi verildi, sonra Amon'un büyük rahipligi makamim kaldirdi ardindan Teb'de isyan çikti ama ordu bastirdl, IV.Amenofis kararliydi. Yeni dinin esaslarini belirledi ve mistik siirler yazdirdi, inancin temelinde yalana karsi gelerek gerçege ulasma düsturu vardi ve Tek Tann'ya olan sevgi derin duygularla anlatiliyordu; mezar taslannda "Ey. biricik Allah senden baskasi yoktur." yazilari bulunmustur.



Bin yillar dinleri bagliyor mu?

IV.Amenofis. büyü ve sihri yasakladi, ölümden sonra da tek hakimin Aton olduguna inanildi. Yeni dine inanan, Aton'un büyüklügü ve tekligme iman eden kisi, öte dünyada da mutlu olacakti. Buna ragmen. IV. Amenofis tanri ogullugu sifatini reddetmedi ve yüzyillar sonraki Hz isa'yi animsatan bir tür peygamberlik yaklasimi içindeydi. Ama önemli bir yön daha vardi, kisi Tanri'ya asla bir ihtiyacini karsilamak için hitap etmezdi. aksine doganin güzelligine ve Yaratici'nin iyiligine heyecan ve ask duyan biri olmaliydi, gökten akan ve yasamin kaynagi olan Nur'a tapilirdi. esit olarak yayilan aydinlik adalet kavramim simgelerdi ve bu Nur Gerçeklik Ülkesi'ne bagliydi, burada da Anadolu Tasavvufusun bazi çizgileri ister istemez akla gelir. Bir yazitta söyle denir; "Ey yasamin baslangici olan Aton, yeryüzünü güzellikle doldurursun, isigin yarattigin her seyi aydinlatir ve her sey senin askinin baglariyla baglanir, her göz kendi üstünde seni görür, Ey Sen ki, tek ilahsin ve hiçbir benzerin yoktur, sen dünyayi kalbinin istedigi gibi yarattin..." Anlasiliyor ki, IV.Amenofis Tek Tanri düsüncesinin simgesi olarak günesi ve isinlarini seçmisti. Tapilan bir heykel veya put yoktu. Bu yeni din, yuvarlak kirmizi bir günes ve ondan çikarak yere inen ve uçlannda el sekilleri bulunan isinlar olarak simgelendi. Buradan çikan bir sonuç var...



Simgeler bilinmeyen gerçegi sakliyor

Tarihçi ve arastirmaci Arthur Weigall' a göre, Hz Musa'nin kavmiyle beraber Misir'i terk etmesi M.Ö. 1346'da Firavun Tutankamon dö

neminde olmalidir. Özgün adiyla "Manethon" yani Musa, tarihi bir kisiliktir, IV.Amenofis'in din reformu döneminde yasamis ve bu düsüncelerden yola çikmistir. Buna karsin, IV.Amenofis'in din reformu Misir'da köklesmemis, yirmi yil sürmüs ve ölümünden sonra eski inançlara dönülmüstür ama Tek Tanri inanci farkli bir yerde, Filistin'de köklesecek ve baska bir dinin temeli olacaktir. Biz yine "Ölüler Kitabi" na dönelim; birçok çagdas uzmana göre "Ölüler Kitabi" çok büyük ve çok derin bir sirdir. 1758'de Fransiz Cyprianus, derinligine zor varilan gerçek kutsalligi bu kitapla tanidigim belirtirken, bir diger uzman Lucien; "Misir dini bilmecelerle doludur, konuyu iyice bilmeden ve hatta mistik deneylerden geçmeden asla alay etmemeli veya küçük görmemeliyiz, tanrilarin gerçekten tanri, köpekbaslilarin ne oldugunu bilmek için bu sirlari tanimak gerekiyor" diyordu.



Ölüm ötesine geçis...

"Ölüler Kitabi"nin anlamini iyi bilen ruh, Evrenin Büyükleri'ne meydan okuyabilirler ve hakimlerin karsisina korkmadan çikabilirler. Her ölünün ruhunun tartilisi adli korkunç sinavda savunma yapabilecekler, Osiris'in önünde yeri öptükten sonra ruhlarini pisliklerden koruyacaklar. Çünkü ruh hem bir kadinin karnindan çikarken, hem de yasami süresince kapildigi tutkular yüzünden kirlenmistir ve ruh bedeninin kirlendigini hisseder. Ancak "Ölüler Kitabindaki dua ve formüller sayesinde ruh Ra'nin atesinde tutusmadan, 42 hakimin önüne çikmaktan korkmayacaktir. 42 hakimin her birisi Misir'in bir bölgesin! ve 42 günahtan birisini temsil ederken ölüyü sorgularlar, ölü o anda Thot'un önünde yanlislari itiraf etmelidir, Thot gizlilerin sahibidir, bilinmeyen bir nedenle bir sebek olarak resmedilir. Peki ölü ne diyecektir veya nasil olmalidir? Thot ve çakal kafali tanri Anubis teraziyi dikkatle izlerlerken ölü, insanlara karsi günah islemedigini, mevkilere saygili oldugunu, tanrilari kizdiracak bir sey yapmadigini, öldürmedigini ve öldürmek için emir vermedigini, kimseye aci çektirmedigini. tapinaklardan bir sey çalmadigini. kimsenin topragini çalmadigini. hileli tarti kullanmadigini, tanrilarin kuslarini ve kutsal göllerin baliklarini çalmadigini dogru olarak söyleyecek ve kendini temize çikaracak.



Cennet'te yasam

Tanrilarin yazicisi olan Thot ve mezarliktan koruyan Anubis, ölüyü dinledikten sonra teraziye bakacaklar ve eger Thot terazinin iki kefesinin dengede oldugunu yazabilirse. kefenin birisinde ölünün vicdaninin ve iradesinin simgesi olan kalbi, digerinde ise Maat'in yani gerçegin tüyü vardir, yani gerçek tüy kadar hafiftir. O zaman ibis kusu kafali Thot, ölüler tanrisi Osiris'e dönecek ve ölünün kalbinin dogru oldugunu ve kalbin tüyden agir olmadigini söyleyecektir. ?ste o zaman ölü, ebediyen istedigi

yerlere gidebilir, canlilarin arasina,yerin altina, Sa manyolunun derinliklerine... Artik o bir ölü degildir ,ölümsüzlerle beraberdir,bulundugu yerde yiyecek tarlalari vardir.incir agaçlarinin gölgesinde serinligi tadacaktir ve tanriçalarin sütünden içecektir. Bu arada kötülerin yerinide görecektir,

orada kendi iç organlarini yiyen krallar, iskenceci tanrilar, kafatari kesik ama vücutlari olan belleksiz ruhlar vardir". Ama o onlardan uzaktir ve isik ruhlarin arasinda. ebediyen yükselmistir, ?ncil'de yazdigi gibi; "..onlar cennette isik saçan yildizlar gibi olacaklar"dir.



"

AYDIN
05-11-2009, 09:42 PM
[I][B][COLOR="Red"]Ölüm geceye benzer"

"Ölüler Kitabi"indan bazi bölümlerdi bunlar, aslinda tümü Misir'in gizeminden ancak birkaç damlasi. Böylesine garip bir uygarligin bir diger örnegi tarihte yoktur. Yunan uygarliginin temelinde Misir yatar, tarihte bu kadar etkin iki kültür aktarimi daha vardir ama sonraki yüzyillarda, bunlar Yunan biliminin islam Dünyasi'na, islam kültürünün ise Bati Avrupa'ya aktarimidir. Basta söz edildigi gibi, Misirlilarin matematik bilgisinin incelenmesi hayal kirikligi yaratmistir çünkü günümüze kadar ulasabilen dev yapitlar insa edebilmislerdi fakat buna karsin TIP bilgileri sasirtici düzeydedir. Öte yandan Eski Misirda Mezopotamya'da oldugu gibi, Astroloji yoktur, yerinde Astroaltri yani gök cisimlerinin tanri kabul edilmesi vardir. Onlar, gök olaylarini dinsel bir çerçeve içinde görüyorlardi. Ayrica, göklerde sasmaz bir düzenin bulunduguna, görünümler degisse bile temelde bir kararliligin bulundugu inancindaydilar. Ama bu inanç mitoloji ve masallarla örülüydü ve bu yüzden Misir astronomisi ayinlerle, dinsel törenlerle iç içeydi. Çok dindardilar, din islerinin aksamamasi için çok özen gösteriyorlar, zamanin akisina anlam veriyorlardi. Onlara göre zaman bitimsiz oldugu için, daima yeniden, yeri bastan yasaniyordu. Günleri ugurlu veya ugursuz diye ikiye ayirirlardi, her zaman dilimi için sihir formulleri vardi, hareketlerini buna göre yönlendiriyorlardi. Geceye benzettikleri ölüm sonrasinda, ruhlarin kendilerini düsmanlarindan koruyabilmeleri ve davranislarini düzenleyebilmeleri için dünyasal görevlerini dogru zamanlarda yerine getiriyorlardi. Salt bu yüzden mezarliklarda lahit kapaklarinin içlerini kösegensel yildiz saatleri resimleriyte süslediler.

Misir, ünlü bir gezginin söyledigi gibi anlatilmasi degil, gezilip görülmesi ve hatta yasanmasi gereken bir yerdir. Giza Piramrtlerini, Teb'i. Karnak ve Lüksoru ve de müzelerdeki göz kamastiran eserleri yakindan görmeden günümüzden binlerce yil önce yasamis olan bu insanlari anlamak mümkün olmaz. Belki de böyle bir görsel asamadan sonra, Misirin gizemi, "Ölüler Kitabi" nin içyüzü ve diger bilinmeyenler aydinlanabilir



Eski Mısır



Antik Mısır, Antik Çağ'daki en büyük medeniyetlerdendir. M.Ö. 3050 yılları civarında kuruluşundan önce, güney Mısır ve kuzey Mısır olarak ikiye ayrılmaktaydı. Güney Mısır, Nil nehri boyunca uzanan verimli vadi, Mısır tarihinde Yukarı Mısır olarak, kuzey Mısır, delta ise Aşağı Mısır olarak geçer.

Yukarı Mısır'ın tarihine değin bulunan en eski bilgiler M.Ö. 5000'li yılları göstermektedir; ancak kurucusu Tiu'nun doğum tarihi ya da yaşadığı dönem hala sırdır. Aşağı Mısır'a gelince, bilinen kurucusu Ro en ünlü kralı da Scorpion King - Akrep Kral filminde de ilham alınan Scorpion of Egypt (Mısır Akrebi), Zekhen'dir. Yukarı Mısır'ı kendi yönetimi altında birleştiren Zekhen'den sonra kral olan Narmer, Delta bataklıklarına doğru yayılmayı sürdürmüştür.

Narmer'in kuzey Mısır'daki; Wazner'in guney Mısırdaki egemenliği sonrasında; Hor-Aha (ya da Menes olarak bilinir) birleşik Mısır İmparatorluğu'nun ilk firavunuydu.

Antik Mısır; Augustus Caesar'in liderliğindeki Roma İmparatorluğu tarafından M.Ö. 30 yılında ele geçirilmiştir. M.S. 7. yüzyılda Araplar burada egemen olmuş ; 1517 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. 1882 yılında da Mısır ; İngiltere'nin bir kolonisi olmuştur.

Zaman Çizelgesi

Hanedan Öncesi


MÖ 3500: Senet, dünyanın en eski tahta oyunu.
MÖ 3500: Fayans, dünyanın ilk toprak çanağı.

Hanedanlar Dönemi


MÖ 3300: Tunç işler (bknz: Tunç Çağı)
MÖ 3200: Mısır hiyeroglifleri, tamamen geliştirilmiştir (bknz: Mısır'ın ilk hanedanı)
MÖ 3200: Ondalık sistem, dünyadaki ilk kullanımı
MÖ 3100: Şarap mahzenleri, dünyadaki ilk bilinen
MÖ 3100: Madencilik, Sina yarımadası
MÖ 3050: Gemi yapımıAbidos'ta
MÖ 3000: Filistin ve Levant'a Nil'den ihracat: şarap (bknz: Narmer)
MÖ 3000: Papirüs, dünyanın bilinen ilk kâğıdı
MÖ 3000: Tıbbi müesseseler
MÖ 2900: muhtemelen çelik: karbon içeren demir
MÖ 2700: Cerrahi, dünyada bilinen ilk
MÖ 2700: Üniliteral işaretler, dünyanın bilinen ilk alfabesinin temelini oluşturur
MÖ 2600: Sfenks, bugün dünyanın en büyük tek taştan oluşan heykeli
MÖ 2600: Mavna taşımacılığı, taş bloklar
MÖ 2600: Djoser Piramidi, dünyanın bilinen ilk büyük çaplı taş binası
MÖ 2600: Menkaure Piramidi ve Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk granitten yontulmuş işleri
MÖ 2600: Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk 'gerçek' yumuşak-kenarlı piramidi
MÖ 2580: Büyük Giza Piramidi; MS 1300 yılına kadar dünyanın en yüksek yapısı
MÖ 2500: Arıcılık
MÖ 2400: Astronomik Takvim, matematiksel düzeni nedeniyle Orta Çağ'da dahi kullanılmıştır
MÖ 2200: Bira
MÖ 1860: muhtemel Nil-Kızıl Deniz Kanalı (12. Hanedan)
MÖ 1800: Alfabe, dünyanın bilinen en eski
MÖ 1800: Moskova Matematik Papirüsü, frustum hacmi için genel(leştirilmiş) formül
MÖ 1650: Rhind Matematik Papirüsü: geometri, kotanjant analoğu, cebir denklemleri, aritmetik seriler, geometrik seriler
MÖ 1600: Edwin Smith Papirüsü, yaklaşık MÖ 3000'e kadar uzanan tıbbi gelenekler
MÖ 1550: Ebers Tıp Papirüsü, geleneksel ampirizm; dünyanın bilinen ilk belgelenmiş tümörleri (bknz: Tıp tarihi)
MÖ 1500: Cam yapımı, dünyada bilinen ilk
MÖ 1258: Barış antlaşması, dünyada bilinen ilk (bknz: II. Ramses)
MÖ 1160: Turin Papirüsü, dünyanın bilinen ilk jeolojik ve topoğrafik haritası
MÖ 5. yüzyıl-MÖ 4. yüzyıl (belki de daha erken): petteia ve seega, savaş oyunları; satranç oyununun muhtemel ataları (bknz: Satrancın kökeni)
Günümüzde Mısır’ı ziyaret eden turistler Gize’deki piramitleri gezerken bu görkemli yapılar karşısında hayretlerini ve beğenilerini gizleyemiyorlar. Gize’de bulunan piramitler durdukları yerde binlerce yıldır görkemli bir uygarlığın öyküsünü anlatır gibidirler.19. yüzyılın başlarında bu piramitlerin içine giren kazıbilimcilerin duyduğu heyecansa elbette turistlerinkinden çok daha farklı çok daha coşkundu. Önlerinde binlerce yıllık bir tarih duruyordu, öyle ki bu tarih belki uygarlıkla aynı yaştaydı. İlerleyen yıllarda bulunan kalıntılar, açığa çıkarılan mezarlar ve çözülen Mısır yazısı, bu uygarlığın aslında düşünülenden de daha görkemli olduğunu açığa çıkaracaktı. Bu bölgede paleolitik çağın sonundan beri yaşıyordu insanlar. Dünya taş devrini yaşarken Nil Nehri ’nin çevresinde yaşayanlar uygarlığı filizlendiriyordu. Mısır Uygarlığı gerek askeri, gerekse kültürel yönden binlerce yıl dünyaya öncülük etti; Eski Yunan, Hitit hatta Roma uygarlığı üzerinde etkileri vardı. Döneminin süpergücü olan Mısır aynı zamanda bir kültür merkeziydi. Kendilerine özgü üç değişik alfabe geliştirmişlerdi. Gökbilimle uğraşıyorlardı ve neredeyse kusursuz bir takvime sahiplerdi. Tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmada onların imzası vardı. Geliştirdikleri mumyalama teknikleri onların öbür dünya inancına sahip ilk uygarlıklardan biri olduğunu gösteriyor. Günümüze dek dayanmış, tarihin yıkıcı etkisine karşın ayakta kalmış görkemli yapıları onların mimarlık alanında da ne denli ileri olduğunun bir göstergesidir. Fransız araştırmacı Jacques Champollion Mısır yazısını çözdüğünde binlerce yaşında olan bu uygarlık, yeniden konuşmaya başladı. Hiyeroglifler,hayranlık uyandıran öykülerini anlatmayı günümüzde de sürdürüyor. Bu haliyle Mısır Uygarlığı binlerce yıl daha insanlığın zihnindeki yerini koruyacak.

"

AYDIN
05-11-2009, 09:42 PM
Mısır, Nil’in armağanı". Herodot’un bu ünlü deyimi bugün de geçerli. Çöllerin arasında sıkışmış, ekilebilir bereketli topraklar.. Bu topraklara bereket getiren, görkemli Nil nehri. Eskiler nehrin kaynaklarınıda, tropikal iklimini de bilmiyorlar ve bu nedenle amansız kuraklıktan sonra hazirandan ekime kadar suları kabartıp bereketli bir mil yayan taşkın karşisında hayran kalıyorlardı. Onlara bakılırsa böyle bir mucizeyi ancak tanrılar gerçekleştirebilirdi. Taşkınlardan sonra oluşan gölcükler ve bataklıklar da balık ve av hayvanı kaynağıydı. Bunun için tarih öncesinden başlayarak vadiye göçebe avcılar yerleştiler. Neolitik çağda yerleşik hayata geçen göçebeler, bu topraklar üzerinde unutulmayacak bir uygarlık başlattılar. Paleolitik çağda, gelecekte çöl olacak arazilerin kuruması, henüz nehrin sağ ve solunda, yani Arap ve Libya Çölü yakınlarında yerli halkın var olması için gerekli koşulları ortaya koyacak kadar ilerlemiş değildi. Adım adım gelişen ve bu arazilerin önce step, sonra da kuru çöle dönüşmesiyle sonuçlanan kuruma şekli, burada yaşayan insanları, arazilerini bırakıp zamanla Nil vadisine çekilmeye zorlamıştı. Bu aşamaya neolitik çağın başlarında ulaşildığı sanılıyor. Böylece Nil vadisinde yaşayan halkların kökeni üç grupta aranabilir: ilk başlardan beri burada yaşayan yerli halklar; yaşam alanlarının çölleşmesi nedeniyle doğu çölünden göç eden halklar; ve aynı nedenle batı çölünden göç eden halklar. Doğa bir yandan insanın elinden yaşanacak bölgeleri alırken, bir yandan da yenisini sunuyordu. Doğanın sunduğu yeni bölge, Nil nehrinin taşidığı ve Delta olarak anılan topraklardı.

Mısır, birbirinden kolaylıkla ayrılabilen iki kısma bölünür: nehrin sağında ve solunda, dar ama verimli topraklardan oluşan "Vadi" ve tarımla uğraşanlar için gerekli her koşulun bulunduğu sulak, bereketli "Delta".

Mısır’ın bu ikiye bölünmüşlüğü ülkenin siyasi ve ekonomik yaşamında etkili olmuştur. Eski İmparatorluk dönemine ait efsaneler, merkezi Heliopolis'te bulunan tek devletin bölünmesinin ardından birbiriyle mücadele halinde bulunan ve ancak kral Menes zamanında yeniden birleşebilen iki ayrı devletten söz eder. Efsane şöyle der: Delta’nın doğusunda, Busiris’te, adil bir kral olan Osiris hüküm sürüyordu.

Yukarı Mısır’da Ombos kenti tanrısı Set onun hasmıydı; onu öldürdü ve hakimiyeti ele aldı. Fakat Osiris’le İsis’in oğlu olan Horus, giriştiği mücadele sonunda Set’i öldürdü ve babasının intikamını aldı. Bunun üzerine Heliopolis’teki tapınakta toplanan tanrılar ona, kral sıfatıyla tüm Mısır üzerinde hakimiyet bağışladılar. Bu efsanede ayrıca bir süre sonra Yukarı Mısır ve Aşağı Mısır olarak adlandırılan bölgeler arasında anlaşmazlıkların arttığını ve ülkenin yeniden ikiye bölündüğünü görüyoruz. İkinci birleşmeyse, tam tersi olarak güneyden geldi ve Delta’yı egemenliği altına aldı.

Taşkınları dizginlemek, bataklıkları kurutmak, kanallar açmak, köyleri bentlerle korumak gerekmektedir. Bu nedenle yerleşik duruma geçmiş kabileler bir araya gelip daha geniş birimler oluştururlar. Birleşen kabileler bir süre sonra iki krallık görünümüne kavuşacaktır: Tanrı Set’e bağlanan Güney Ülkesi ya da Yukarı Mısır, tanrı Horus’a tapan Kuzey Ülkesi ya da Aşağı Mısır. Kuzey ülkesi günümüz haritalarında kuzeye yakın olmasına; yani yukarıda görünmesine karşın adı Aşağı Ülke’dir; bunun nedeni bu iki ülkeye Nil Nehri’nin akışı yönünde isim verilmiş olması. MÖ 4. bin yılın sonlarına doğru "akrep kral" olarak anılan Güney hükümdarı, Kuzey’i kendi ülkesine katar. Ondan sonra tahta çıktığı sanılan Narmer adındaki bir başka kral, Güney hükümdarının başlattığı birleştirme işini tamamlar. Güney’in hükümdarlık sembolü olan ak başlığın yanına Kuzey’in kırmızı tacını takar ve böylece iki ülkenin birleştiğini anlatır. Bu birleşme eski Mısır tarihinin başlangıcı kabul edilir. Narmer belki de efsanelerin sözünü ettiği ilk firavun Menes’tir. Böylece MÖ 3000 yıllarında Thinis Çağı (Narmer’in doğum yeri olduğu varsayılan Thinis adından) başlar ve o zamandan sonra hiyeroglif yazıtların yardımıyla Mısır tarihi belirginlik kazanır.

Narmer, ya da Menes, MÖ 3000’e doğru iki ülkenin efendisi olarak başkent seçtiği Thinis kentinde hüküm sürmeye başlar. Bununla birlikte karşısına birçok sorun çıkmaktadır. Soylular arasında firavunu tanımayanlar vardır ve sık sık çıkan isyanları bastırmak gerekir. Ülkenin ikinci başkenti,2.Sülale zamanında Güneş’e tapınılan kutsal kent Heliopolis yakınlarındaki Memfis’tir. MÖ 2800 yıllarında firavun Kasekemui (bu ad "iki güçlü" anlamına gelir, Horus ve Set’e gönderme yapar) bazı kentlerin ayaklanmalarını bastırır ve yerel hükümdarlar yerine kentlere



valiler atamaya karar verir. Onun zamanında devlet yapısı ortaya konur ve bir de nüfus sayımı yapılır. Mirasa dayalı soylu sınıf karşısında devlet işlerinde çalışanların ve Firavunun gücü yükseltilir. Bu dönem, yazının da evrimini tamamladığı bir dönemdir. Belirtilmek istenen nesneyi gösteren birer resim olan ideogramlar yanında seslere karşılık gelen ve Champollion’un çözmeyi başardığı hecesel göstergeler de belirir. Arşivler yazıcılar tarafından deriler üzerine ya da uç uca eklenen papirüs yaprakları üzerine yazılmaktadır. Mısır tarihinin bilinen en eski anıtı, kral Aha’nın mezarıdır. 3.bin yılın başlarında yapılan bu mezarın bir kayaya oyulmuş beş odası vardır.

İki ülkenin tam olarak birleşmesi ve tek Mısır olması kolay kabul edilmiş ve hemen gerçekleşmiş bir olay değildi. Bunun en önemli göstergesi 1.Sülale döneminin sonlarında başlayan ve 2.Sülale boyunca süren ayaklanmalar. İki ülkenin kaynaşması tam olarak 3.Sülale döneminin başlarında oldu. Bu dönemde hükümet merkezi de yer değiştirmiş, ne kuzey ne de güney kenti olan Memfis başkent olarak belirlenmişti. Kral Zoser’in başkent yaptığı kent, bu tarihten sonra "iki ülkenin terazisi" lakabını taşımaya başlamıştı.

Beyaz surlarla çevrili olduğu için Memfis kentine verilen adlardan biri de Beyaz-duvarlar Kenti’ydi. Kasekemui’nin oğlu Zoser, burada 3.Sülaleyi kurmuştur. Heliopolis kentinin baş rahibi İmhotep onun "tatisi", yani başbakanıdır. İmhotep, çağının en büyük dehalarından biridir; bilimsel bilgileri yenileyip zenginleştiren bazı hekimlik ve astronomi incelemelerinin yer aldığı "ahlak ilgileri"nin yazarıdır. Bu dönemde Güneş’in hareketi incelenmiş, gece ve gündüz on ikişer saate bölünmüş, ilk aritmetik işlemleri uygulanmaya başlanmış, yüzey ve hacim hesapları için formüller geliştirilmiştir. Hekimlik, büyüyle yakınlığını sürdürmektedir. Mumyalar üzerinde yapılan incelemeler daha o zamanlar çürük dişlerin doldurulduğunu, iltihapları geçirmek için çenenin delindiğini gösteriyor. İmhotep’in, bütün bu bilgiler yanında mimarlık bilgisi de vardır. Sakkara’da bulunan ve basamaklı piramit olarak bilinen Zoser piramidini o yapmıştır.60 metre yüksekliğindeki bu piramit, ölmüş hükümdarı, Helipolis’in ışıklar saçan tanrısı Ra’ya götürecek bir merdiven oluşturmaktaydı. El emeğini böylesine seferber etmeyi, ancak Thinislilerin sağlamlaştırdığı mutlakiyetçi bir krallık göze alabilirdi. Bu piramit, sonraki sülalelerin hükümdarlarına örnek olacak, ve firavunlar öldüklerinde benzer dev piramitlerde yatmak isteyeceklerdi.

Zoser’den sonra gelenler, iktidarı 4.sulalenin kurucusu Snefru’ya bırakırlar. Bu hanedan MÖ 2720’den 2560’a kadar sürer. Bu dönem "piramitler dönemi" olarak anılacaktır. Snefru iyi bir kral olarak bilinse de oğlu Keops, kendisinden nefret edilen, zorba bir hükümdardır. Memfis din adamları onu, halkı vergilerle ezmekle suçlamışlardır. Oğlu Kefren, daha yaşarken insanların kendisine bir tanrı gibi tapmalarını sağlar; piramidi de neredeyse babasınınki kadar büyüktür. Buna karşılık Mikerinos, daha alçakgönüllü bir yapıyla yetinecektir.[/B][/I][/COLOR][/COLOR][/B][/I]

DAYI
05-12-2009, 12:03 PM
selamünaleyküm aydın usta ve bu konu ile ilgilenenlerhttp://www.derki.com/dergi/index.php/necronomicon.html bu link i incelerseniz konu hakkında gerekli bilgiler bulursunuz