Konu: İzmit
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 01-09-2010, 11:19 PM   #8
aslan6641
Tecrübeli Üye
 
aslan6641 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2009
Mesajlar: 1.120
Tecrübe Puanı: 65016
aslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond reputeaslan6641 has a reputation beyond repute
Question kocaeli Çerkeşli Köyü’nün Tarihi :

1)Çerkeşli Köyü’nün Tarihi :
Çerkeşli Köyünün tarihi geçmişi oldukça eski zamanlara dayanmaktadır. Anlatılanlara göre bu köyün en eski yerleşim yeri bu günkü Çerkeşli köyü ile Yukarı Hereke arasındaki Altınoluk mıntıkası (diğer bir adıyla Kocataflan mevkii) imiş. Bugünkü Çerkeşli köyünün yaklaşık 4- 5 km kadar kuzeydoğusunda kalan eski Altınoluk köyü günümüzden yaklaşık 2000 yıl evvel kurulmuş olup yine zamanla l600 sene evvel tarihe karışmış olsa gerektir. Bu gün her ne kadar Altınoluk köyünden hiçbir eser kalmadıysa da bu mevkide çok eski bir Rum (Roma) mezarlığının yeri bellidir. Yine burada antik döneme ait olduğu sanılan bir kaya mezarı bulunmaktaydı. Bu kaya mezarı l990’ların başlarında define avcıları tarafından darmadağın edilerek ortadan kaldırıldı. Bu yöre bugün Yukarı Hereke köyünün sınırları içerisinde kalmaktadır. Tamamen Rum köyü olduğu sanılan bu köy, (2)yöre Türkleşmeden çok evvel tarihe karışmıştır.Yukarı Hereke yöresi 22 mayıs 337’de Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in öldüğü topraklardır. Bir Romalı tarihciye göre İmparator Konstantin Roma topraklarında Hıristiyanlığı serbest bırakmasına rağmen kendisi ömrünün son zamanlarına kadar putperest olarak yaşadı. Sasani kralı Şahpurun üzerine büyük bir orduyla sefere çıktığı bir sırada Libyssa (Gebze) ile Nicomedeia (İzmit) arasındaki Ancyrona (Hereke) kasabasında aniden hastalanınca başına üşüşen tabipler hastalığına derman aradılar. Ancak hastalığı gitgide ilerliyordu. Güneş tanrısına inanırdı ancak ölüm döşeğinde iken papazlardan alelacele vaftiz edilmesini istemiş Hıristiyan olmuştu. Konstantin’in hastalığı mayıs başından itibaren 3 hafta sürmüş kendisi çok günah işlediğinden üvey annesiyle zina yapan oğlu Krispusu ve karısı Faustinayı öldürdüğünden ve halka zulmettiğinden bu (3)günahlarından kurtulmak üzere vaftiz edildi. Son anlarında “Bende vaftiz edilip günahlarımdan arınmış olarak ölüyorum, cennete gidiyorum” diyordu. Artık beyaz kaftanlarını giyiyor, eflatun renkli askeri üniformalı savaş elbiselerini istemiyordu. Acımasızlığı ve zalimliğinden eser kalmamıştı. Etrafından hekimler ve papazlar hiç ayrılmıyordu. Sasani seferinden de vazgeçmişti. 22 mayıs’ta Ancyrona (Hereke) da ölünce Isa peygamberin on iki havarisini temsil eden mermer bir lahite konup Ancyrona’da toprağa verildi. Mezarı halen bu civarda (toprak altında) bilinmeyen bir yerdedir.
Yörede ayrıca Taflan Bayırı, Kınalıbayır (yada Efeliağıl), Karaağıl, Kuşaklıca, Şakirdüzü mevkiilerinde birer Hıristiyan Rum köyü kurulu bulunuyormuş, yine Eskiköy denen mıntıkada da Türklerden önce bir Rum köyü mevcutmuş. Köyde Rumca adı Peteganon denen mevkide eski çağlarda (4)vebadan ölen insanlara ait toplu Hıristiyan mezarları olduğu bilinir. Bu mezarların 1347-1354 yılları arasında bütün Avrupa’yı kasıp kavuran, yirmi milyondan fazla insanın ölümüne yol açan İstanbul boğazı yoluyla Anadolu’ya da geçen büyük Kara Veba (taun) salgını sırasında ölen insanlara ait olduğu sanılır. Bu salgın yöredeki Rum nüfusunun azalmasında en önemli etkendir.
Ayrıca köyün güneybatı kesiminde Öğren mevkii denen yerde Lefter mezarları denen üç lahit türü mezar bulunuyor. Kimisine göre Ceneviz mezarları olarak da adlandırılan bu mezarlar gerçekte bu yörede Türkler döneminde korku salan soyguncu bir Rum eşkiyasına aitmiş. Lefterin eşkiyalık faaliyet alanı İstanbul’un Anadolu yakası, Kocaeli ve Sakarya civarı, yatağı ise Gebze bölgesi Yelken tepe civarıymış. Yine ölü olarak ele geçirildiği yerde Yelken tepeymiş.
Öte yandan bu günkü Çerkeşli köyünün (5)günümüzden yaklaşık olarak 650 sene evvelinde Sultan Orhan Gazi’nin(1324-1362) zamanında yöreye gelen Türkler tarafından kurulduğu bilinmektedir. Bu köyün (Kalburcu’da olduğu gibi) bu bölgede o zamanlar Bizanslılarla yapılan bir savaştan sonra kurulduğu bilinmektedir, İlk olarak Orhangazi döneminde 1326’da Türkler tarafından fethedilen Gebze yöresi 1328’de Bizanslılarca alınmış,1329’da Pelekanon zaferiyle tekrar alındıysa da bu biraz pahalıya mal olmuştur. Anlatılanlara göre Hereke’nin fethedilmesinden sonra Osmanlı ordusu Gebze üzerine doğru ilerlerken bir Bizans ordusuyla karşılaşılmış, yapılan şiddetli bir meydan savaşından sonra Türk ordusu zaferi kazanmış ancak bu savaşta Çerkeş Bölüğü’nden (Ki o zamanlar bölükler memleketlere göre ayrılırmış) dört kişi ya da dört kardeş birden şehit düşmüş ve bu bölgeye gömülmüşler. Bu mezarların başına da birer nöbetçi asker dikilmiş, bundan (6)sonra takip eden yıllarda bu dört şehit askerin anne-babası ve akrabaları yedi hane olarak gelip bu bölgeye yerleşmişler. Şehitlerinin bulunduğu bu yörede bir köy kurmuşlar ve kurulan köye de Çerkeşli adını vermişler. Bu isimde kurulduğu günden beri değişmeyerek zamanımıza kadar böylece gelmiş.
Köy Timur yenilgisinden sonra 1403’te Bizans’ın işgaline uğramış, 1410’da silah zoruyla kurtarılmış ancak 1411’de yapılan antlaşmayla tekrar Bizansa bırakılmış, Gebze yöresindeki bu işgal dönemi 419’a kadar sürmüştür. Sonra Çelebi Sultan Mehmet’in kumandanlarından Timurtaşoğlu Ali Paşa Gebze yöresini son defa Bizans kuvvetleriyle şiddetli muharebeler yaparak ve herbir belde için ayrı ayrı savaş vererek kılıç zoruyla ve bileğinin hakkıyla fethetmiştir.
Çerkeşli köyünün kuruluşu ile ilgili rivayetler bununla da kalmıyor. Osmanlı Türklerinin (7)yöredeki ilk zamanlarında Diliskelesi ile Tavşancıl arasında Eynarce deresinin İzmit Körfezine kavuştuğu kesimde Eynarce yada Gemiciler adında Müslüman bir Türk köyü kurulu bulunuyormuş. Aynı dönemlerde İstanbul’un Galata kesimi Bizanslılara değil Cenevizlilere aitmiş. O zamanlar Bizanslılarla antlaşma halinde olup onlardan yüz bulan Cenevizlilere ait korsan gemiler rahatlıkla Marmara Denizine ve İzmit Körfezine girebiliyorlarmış. Bu gemiler körfez kıyısındaki Türk köylerine o kadar çok baskın düzenlemiş, köylüleri soyup soğana çevirmiş, hatta kızlarını bile kaçırmışlar. Türk köyleri bu durumdan illallah demiş. Soyguncular kaçıp kaybolduğu için hiç kimse onlara bir şey diyemiyormuş. (Hatta 1350’li yılların sonunda İzmit Körfezinde sandal sefası yapan Orhan Gazi’nin oğlu Halil Bey Diliskelesi Eynarce’den Cenevizli korsanlar tarafından kaçırılıp Foça’ya götürülmüş, Bunun üzerine (8)Orhan Gazinin kendilerine zarar vermesinden korkan Bizans imparatoru İonnes Orhan gaziye aracı olup Foça’ya giderek korsanlara 100.000 altın ödeyip Halil Beyi kurtarmıştır). İşte o dönemlerde Cenevizli korsanların sık sık köylerini basmasından bıkan Gemiciler köyünden 15 hane sonunda deniz kıyısından kaçıp 6- 7 km kadar içlere dağların arasına kaçarak Cenevizlilerin saldırılarından kurtulmuşlar. Gemiciler köyü ahalisinin kaçıp saklandıkları yer bu günkü Çerkeşli köyünün bulunduğu yer olup üç tarafı dağlarla çevrilidir, denizi görmez ve denizden de görünmez. Köy 1430’lu yıllarda buraya kasten gizlenilerek kurulmuştur. Çerkeş’den gelen yedi hanelik guruptan sonra Gemiciler köyünden gelen 15 hanelik gurubunda bu yöreye yerleşmesiyle köy 22 haneye ulaşmıştır. Öte yandan l453 yılının mayıs ayında İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet aynı yılın Haziran ayında Cenevizlilerin bulunduğu Galata (9)kesimini de fethetmiş ve Ceneviz korsanları bir daha değil İzmit Körfezine Marmara denizine bile giremez olmuşlar.
Anlatılanlara göre Gemiciler köyünün tamamı Çerkeşli köyüne göç etmediğinden kalan köylüler Eynarce kesiminde günlük hayatlarını sürdürmüşler. Bu köyün ahaliside 17. yüzyılın sonunda ya da 18. yüzyılın başlarında köylerini terk ederek Tavşancıl köyüne yerleşmişler, Böylece bu köyde tarihe karışmıştır. (Tavşancıl Belediyesinin hazırlamış olduğu Tavşancılı tanıtan bir raporda Eynarce denen yerde Bizanslılar döneminde Filogren köyünün ve kalesinin kurulu bulunduğundan bahsediliyor. Ancak yine birçok kaynak Flogreni Eskihisar ya da Darıca ile Tuzla arasında gösterir.)
Yavuz Sultan Selimin Çaldıran ve Ridaniye Seferlerine gider iken ordusuyla kervan ve hac yolları üzerindeki Dilovası’nda konakladığı bilinir. Elimizdeki belgelere bir göz atalım. 24 Nisan 1514 pazartesi. Pendik (10)yakınında Papas Çayırı (sonra Sultan Çayırı, sonra Çayırova) konağına gelindi. (merhum Fatih Sultan Mehmet Han burada vefat eylemişti.). 25 Nisan 1514 Salı. Kekboze (Gebze) yakınındaki bir konağa gelindi. 26 nisan 1514 Çarşamba. Değirmendere konağına gelindi, sonra yola devam edilmiştir. Haydar çelebi Ruznamesinde Değirmendere olarak bahsedilen bu yer bu günkü Dilovası’dır. Dilderesinin o zamanki adı da Değirmendere’dir. Burası bu günkü Dilovası civarında herhalde küçük bir han ve 10-15 hanelik de evin bulunduğu bir konaklama yeriydi. Haydar Çelebi ruznamesinde Gebze yöresini gösteren bir haritada Gebze’den Kekboze, Dilovası’ndan Değirmendere, Hereke civarındaki bir konaklama yerinden de Çınarlık olarak bahsediliyor. Ruznamede Değirmendere’den sonraki konak için Çınarlı kazası yakınında bir konağa varıldı (27 nisan 1514) deniyor. Burası Derince’nin Çınarlı (11)köyü de olabilir. Ancak aynı gün için bir başka sayfada Hereke denen Harap kaleye varıldı deniyor.
Osmanlı zamanında toprak sahipleri,has , zaamet ve tımar olarak üç bölüme ayrılırdı. Bu dönemde başta Gebze’nin Çerkeşli ve Demirciler köyü ahalisi olmak üzere tımar sahibi olarak köylüler her sene Osmanlı ordusundan en az 6 askerin masraflarını karşılamak zorundaydılar. Bu şartlarla köylülere toprak işletme hakkı veriliyordu. Dilovası arazisi de o dönemlerde bağlık ve bahçelik olup Çerkeşli ve Demirciler köylerinde ikamet eden tımar sahiplerine ait idi. Gebze köylerindeki bu durum Sultan İkinci Mahmut (1808-1839) dönemine kadar devam etmiştir. Osmanlı devletinin yükselme ve Duraklama dönemlerinde Gebze’nin Çerkeşli ve Tavşancıl köylerinin çevresi hep üzüm bağlarıyla çevriliymiş, Çerkeşlinin ve Tavşancılın yurt çapındaki meşhur çavuş üzümleri Anadolu’da ve İstanbul’da nam (12)yapmış isim kazanmıştır. Çerkeşli ve Tavşancıl köylerinden her sene üçyüz at arabası dolu üzüm İstanbul pazarlarına ve Topkapı sarayına taşınır bizzat Osmanlı padişahlarına sunulurmuş.
Rivayet edilir ki Irana Sefere çıkan ordu Dilovası’nı geçmiş, Tavşancıla varmış, arazinin hep kayalık olduğunu gören padişah, “Buraları hep taşlık, bir şey yetişmez, yazıktır. Kaldırın
buraların vergilerini” demiş. Yeniçeri ağası cevaben: “Ne dersiniz sultanım, sizin sarayınıza giren üzümler hep buralardan çıkar.”deyince vergiler devam etmiş.
Tarihi Mimar Sinan köprüsü
Hicri 54 (m.1644) senesinde Lali Efendi oğlu İbrahim efendi, Bağdat Valisi Deli Hüseyin Paşanın divan efendisi olduğu bir sırada İstanbul’a gelmek üzere Gegboza yöresindeki Diliskelesi geçindinden (Hersek d2c ilinden, Gebze Diliskelesine) geçerken denizde boğularak öldü. 4.Mehmet Hanın (13)bilginlerinden Abdülaziz efendinin kardeşi idi. Kabri İstanbul’da Siyasi (Sivaslı) tekkesinin kabristan haline getirilen bahçesinde olsa gerektir.
Dilovası Dilderesi üzerinde bulunan tarihi Mimarsinan köprüsü kimine göre l530’lara doğru Mimar Sinan tarafından kimine göre l650’lerde hac yolu üzerinde olduğu ve doğu seferlerine giden ordunun geçit yolu üzerinde gerekli olduğu için padişah 4.Mehmet döneminde yaptırılmıştır. Köprünün tarih kaydı düşülmemiş. Ortadaki büyük üç gözden oluşan köprü 65m. uzunluğunda olup tarihi kervan yolunun (ipek yolu) üzerinde yer alıyordu. Şimdi ise trafiğe bile kapalı kaderiyle baş başadır. Bir dönemde Çerkeşli denize uzak olmasına rağmen ahalisinin Çoğu denizcilik ile, gemi ticaretiyle geçinen bir köy durumundaydı. Ayrıca İstanbul ile üzüm ve kiraz satışı sayesinde kara ticareti, alım ve satım işleri yapılmaktaydı. 18. yüzyılın ortalarında (14)Tavşancıl, Çerkeşli, Demirciler köyleri ile Diliskelesi burnu arasındaki Eynarce mevkii bir iskele durumundadır. Tımar olarak işletilen bu arazinin sahibi Gebze’nin Çerkeşli köyünden Yazıcıoğlu Mehmet olarak gözüküyor. Eynarce ve Diliskelesi yöresindeki araziler bu dönemde ekilip biçilen yerlermiş. Eynarce iskelesinde gemicilik ve denizcilik mesleği (200 yıl evvelinde Avrupa’da buharlı gemilerin türemesi sebebiyle) artık yapılamaz olduğundan 1775-l800 arasında Eynarce köyünün halkı birkaç km. kuzeydoğudaki Tavşancıl köyüne göç etmişler ve böylece buradaki köyde tarihe karışmıştır.
O zamanlar Eynarce köyü terk edildikten sonra bile bu mevkiide bir cami, çeşme ve konaklama yeri ile birkaç da ev mevcutmuş. Çerkeşli köyüne ait bir iskele görünümündeki bu konak yerinde Yazıcıoğlu Mehmet Ağanın birde çiftliği bulunuyormuş. Burada yine Mehmet ağaya hizmet etmiş olan odacıların (15)mezarları bulunuyor. Yazıcıoğlu Mehmet Ağa 1796da Çerkeşli köyünde ölünce mülkü oğlu Yazıcıoğlu İbrahime geçiyor. Oğlu da hemen iki sene sonra 1798de ölünce mülkün yönetimi Yazıcıoğlu Mehmet Ağanın damadı Hacı Kasıma geçiyor. Bu bölgenin tapuları ilk defa Mahmut bin Selim üzerine gözükmektedir. Yazıcıoğlu sülalesinin 18. yüzyılın sonunda Tavşanlı Demirciler arasında dahi geniş arazilerinin var olduğu söylenir. Eynarce mevkii bugünkü Marshall Boya ve vernik fabrikası civarında yer almakta olup bu civarda halen Eynarce (İne Hacı) köyünün kalıntıları bulunmaktadır.
Bugün Eynarce köyünün bulunduğu mevkide bir değirmen yeri ve yazıcıoğulları sülalesinden bazı kimselerin mezarları vardır. Tarihi İstanbul Bağdat yolunun üzerinde Nebinin elmalığının yanında bir zamanlar Benli çeşme diye tarihi bir çeşmenin var olduğu ve Marshall fabrikası yakınlarında halen kalıntılarının bulunduğu (16)söylenmektedir. Osmanlılar döneminde üzümcülüğü meşhur olan, 15. yüzyıl başları olan kurulduğu ilk dönemlerde rençberlik yapıldığı bilinen Çerkeşli köyünde daha sonraki dönemlerde tütün ekiminin ileri olduğu ve en son olarak köyde üzüm ve kiraz yetiştiriciliğine önem verildiği ve daha sonraki dönemlerde de köyün üzümcülüğünün bütün yurt çapında yayıldığı, nam kazandığı bilinmektedir.
Yasincizade seyyid Abdülvahap Efendi(1758-1837) başkanlığındaki bir elçilik gurubu İran gezisinde 21 ekim 1810’da Gebze’yi onurlandırdı. Kurula dahil olan Bozoklu Osman Şakir efendinin kaldıkları Geğbüzede Sultanorhan camii ve civarının minyatürünü yapmış, ertesi günü Diliskelesi köyüne giden bir heyet burada konaklamış ve köprü ile köyün minyatürünü yapmışlar, 23 Ekimde Yarımcaya gidilmiş burada da bir gün kalınmış, hanın gravürü yapılmış ve yola devam edilmiştir. Bozoklu (17)Osman Şakir’in gravüründe Diliskelesi köyündeki hanelerin çokluğu 200 yıl öncesinde burada basbayağı bir köyün varlığının bulunduğunu apaçık olarak ortaya koymaktadır.
1755-1775 ve 1812-1813 yıllarında Gebze’yi ve bütün köylerini vuran veba salgınının bu köyü de etkisi altına alıp çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuştur. Demirciler köyü insanının en az yarısı Tepecik köyü insanının da neredeyse 3’te ikisi bu veba salgınları sırasında öldüğü ve koca bir kasaba görünümündeki Tepecik köyünün küçücük bir köye dönüştüğü bilinir. Sultan İkinci Mahmut dönemi olan hicri 1236 (m.1820) de köye (Çerkeşli) hayrat bir çeşme yapıldığı, şimdiki çeşmenin eski çeşmeden kalma olan kutabesinden anlaşılıyor. O zamanki çeşme zamanla yıkılmış. Haydarpaşa -İzmit demiryolu 1873’te Diliskelesinede ulaşınca tarihi ipek yolunun artık pek önemi kalmamış, 1895’te Derinceye liman yapılması (18)buradaki hanları ve konaklama yerlerini işe yaramaz hale getirmiştir. Osmanlı tarihi boyunca Doğuya sefere çıkan Osmanlı ordusunun konak yeri olan bu kasaba artık bu önemini yitirmiştir.
Diliskelesi’nin Bizanslılar döneminde de önemli bir geçit ve konaklama yeri olduğu bilinir. Bizanslılar Ortaçağda Güney doğuya, Suriyeye ve Arabistana Müslüman arapların üzerine sefer için İstanbul’dan yola çıktıklarında Aigiallos (Diliskelesi) denen yerden denizin karşı yakasına geçer, yollarına Prainetos (Karamürsel), Niceia (Iznik) güzergahından devam ederlerdi. İstanbul’a sefer düzenleyen Araplarında bu güzergahı sıkça kullandıkları bilinir. Yedinci ve Sekizinci yüzyıllarda Çukurova’dan sınır askerlerini aşarak yola çıkan Müslüman Arap orduları Bizans topraklarına geceleri girerler, gündüz saklanıp gece yol alarak İznik önlerine kadar gelirler, bu şekilde buralara kadar gelip fark edildiklerinde Rum (19)halkı hemen Yalakdere’de büyükçe bir ateş yakarak Gebze Dilini tehlikeden haberdar eder,diliskelesi’nden giden haberci İstanbul’u uyarır tedbirlerin alınıp savaş hazırlığı yapılmasını sağlardı.
Böylece önceden alınan tedbirler sayesinde İstanbul’a yönelik bütün Müslüman Arap saldırıları ama kolay, ama zor her seferinde bertaraf edilebilmiştir. Tarihi Roma yolu dahi İstanbul’dan Diliskelesi’ne kadar gelir, yolun devamı karşı sahilde başlar, İznik, Konya, Tarsus güzergahında giderdi. Yine Anadolu Selçuklu Türklerine ve Eyyübi Sultanlığına yönelik olarak düzenlenen 1147’deki İkinci Haçlı seferleri sırasında İstanbul boğazından Üsküdar’a geçen Haçlı orduları Diliskelesi yoluyla İznik’e geçerek yola devam etmiş, 1187’deki Üçüncü Haçlı seferlerinde de güzergah aynı olmuştur. Yöre Dördüncü Haçlı Seferleri sırasında 12O4-1241 yılları arasında Latin işgalcilerinin egemenliğinde kaldıysa da (20)tekrar Bizans’ın eline geçti.
Osmanlı beyliği kuruluş çabasındayken l30l’de Osman Gazi İznik’i kuşatır. Bu cürete çok kızan Bizans generali Mozalion Sırp destekli 5000 kişilik kuvvet ile İstanbul’dan Gebze üzerinden Diliskelesi’ne gelir. Oradan da karşı sahil olan Hersek Diline asker çıkarır. Orada yapılan şiddetli bir meydan savaşında, koca Doğu Roma ordusu devlet kurmaya çalışan az sayıdaki bir aşiret birliğine yenilir. Ancak Türklerinde kaybı çoktur. Bu zafer üzerine Konya Selçuklu Sultanı, Osman Gaziye sancak gönderir. Böylece Osmanlı Devleti kurulmuş olur. Bundan sonra Bizanslılar Diliskelesi’nden karşı yakadaki Hersek diline asker çıkaramadılar ve önemli bir geçit noktasından mahrum kaldılar. Türklerin Koyunhisar zaferi dedikleri bu savaşın adı Bizans tarihlerinde Bafeus Savaşı olarak geçer. Yöre Osmanlıların eline ilk olarak 1326’da Aygut Alp tarafından Hereke’nin (21)kalesinin fethiyle geçtiyse de, Bizanslılar Hereke ile birlikte burayı da tekrar topraklarına kattılar.1329 palekanon zaferiyle yöreye Türk mührü vuruldu. 1337’de Aygut Alp’in oğlu Kara Ali Paşa tarafından Hereke kalesi de fethedildi.
Osmanlıların Timur ordularına Ankara yenilgisinden sonra, 1402 sonunda Timur orduları Gavur İzmir’i alıp Bursa’ya yönelince Yıldırım Bayezit’ın büyük oğlu Emir Süleyman kardeşlerinden kız kardeşi Fatma ile küçük kardeşi şehzade Kasımı ve devletin hazinesini de yanı sıra kaçırarak alelacele Yalakdere’ye oradan da tekneyle denizi aşıp Gebze Diliskelesi’ne geçirmiş,sonra Darıcaya kaçarak İzmit kalesini kuşatan Timur ile Darıca Güzelcehisardan gönderdiği Şeyh Ramazan vasıtasıyla görüşmüş ve eman dileyerek Timurun bütün isteklerini kabul edip oradanda Gelibolu’ya geçmiş, burada Bizans’la vardığı anlaşmayla Kadıköy, Kartal, Gebze, Dilovası, Hereke ve İzmit’i Bizans’a (22)terk edildi. Yöre aralıklarla 17 yıl Bizans’ın egemenliğinde kalmıştır.1419da kılıç zoruyla tekrar fethedilmiştir. 1423’te İstanbul’dan bir orduyla Osmanlıya karşı ayaklanarak Diliskelesi üzerinden Herseke gelen Mehmet Çelebinin oğlu Küçük Mustafa Çelebi İznik’e sokulmadı. Bursa’ya yönelen Mustafa, Murad Hanın ordusuyla yapılan savaşta yenilip öldürüldü.
Diliskelesi Osmanlıların Kuruluş döneminde ticari açıdan da önemini korur. Bursa o dönemde Anadolu’da ipekçiliğin ana merkeziydi. Bursa -Istanbul Kervanyolu Herseke gelir. Yol Izmit Körfezini dolaşmaksızın Hersekten Diliskelesine geçerdi. Kervan yolcuları da Diliskelesi’ndeki Handa dinlendikten sonra İstanbul’a doğru devam ederlerdi. İstanbul’dan Bursaya gidenler içinde aynı durum söz konusuydu. Yükselme döneminde Diliskelesi’nden karşı sahile yolcu taşımak için karşılıklı olarak sandal seferleri düzenlendiği bilinir. İşte (23)1873'te lzmit'e ulaşan ve Diliskelesi’nden de geçen tren yolu Diliskelesi yöresinin ta Romalılar hatta daha evvelinde Bithinyalılar döneminden beridir süregelen ulaşım ve kervan yolcularının konakladığı tarihi bir konaklama yeri olma özelliğini bir anda silip süpürmüş, ortadan kaldırmış, buraları bağ ve bahçe olmaktan başka hiçbir işe yaramaz bir duruma düşürmüştür.
Rivayetlere göre 16.ve 17. yüzyıllarda Dilovası kervan yoluna Lefter, Valçon Voyvo gibi mahalli yerli Rum eşkıya çeteleri musallat olmuş, ticaret kervanlarının ve hac yolcularının önlerini kesip paralarını ve mallarını gasp ederler sonrada çekip giderlermiş. Bir çok sefer müslüman ahaliye yönelik cinayetlerde işleyen bu eşkıyalardan Lefter bir seferinde Yelkentepede Osmanlı askerleri tarafından yakalanıp öldürülmüş, Mezarının Çerkeşli yakınlarında olduğu söylenir. Sonraki dönemde yaşayan Valçon (24)voyvo hiç yakalanmamış. Türk ordusundan kaçtığı bir sırada Çerkeşli civarında l3gün saklanmış. Bir seferinde Gebze’nin Camidüzü köyünü basacağını haber vermiş, yada basıp ahaliyi soymuş.
Köylüler tepeden köyümüz görülüyor diye ovaya inip dağların arasına saklanmışlar ve eski köylerini terk ederek burada bu günkü Ovacık köyünü kurmuşlar. Valçon voyva denen Rum eşkıyasının soyduğu altınlara tek başına konabilmek için Taşköprü tarafındaki bir mağarada uyurlarken bütün arkadaşlarını öldürüp altınları tek başına alıp kaçarak kayıplara karıştığı da anlatılır. Rivayetdir ki bundan sonra bu mağaranın adı kemikli mağara olarak kalmış. (Tepemanayır köyünden Ahmet Sezgin(1909-1996) sağlığında Tepemanayır köyü yakınlarındaki Ballıkayalar mevkiindeki mağaralardan birinde gençliğinde insan iskeletleri gördüğünü bana anlatmıştı. Belki de söz konusu olayın geçtiği mağara burasıydı. Yine (25)Şaban İsmail Kabaca ve Eskişehirli Mehmet ile Ağustos 1986’da Çerkeşli köyüne 5 km. mesafedeki Altınoluktaki kaya mezarından Çerkeşli’ye doğru geri dönüşümüzde kayaların arasına oyulmuş oda büyüklüğündeki insan yapması besbelli olan barınak tipi bir mağaraya rastlamıştık.
Yine rivayet edilir ki eski zamanlarda İstanbul’da Osmanlı padişahının aşçısı olan bir Rum, memleketinde önemli bir işinin çıktığı bahanesiyle padişahtan bir süre için izin istemiş. Gebze bölgesine gelip topladığı bir kaç adamıyla silahlanıp birlikte Gebze ve Dilovası güzergahındaki tarihi ipek yolundan işleyen ve develerle İstanbul’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan da İstanbul’a giden ticaret kervanı katarlarının yolcularını soymaya başlamış. Bu sayede yükü epeyce tutan Rum eşkıya başı, çaldığı altınları kimsenin ya memleketindeki yakınlarına kaçırır ya da kimsenin bulamayacağı yerlere saklarmış. Aradan yıllar geçmiş bu eşkıya başı (26)yakalanmış. İzmit’e götürülerek sancakbeyinin emriyle idam edilmiş. Bunu duyan padişah da çalınan altınların yerini söyletmeden eşkıya başını astırdığı için valiyi cezalandırmış. Bu hikaye ne kadar doğrudur bilinmez.
Bilinen o ki Gebze’den deve kervanları ile işleyen yolcular her dönemde yörenin yerli Rum eşkıyalarının iştahını kabartmış bu sebeple Gebze, Dilovası ve Hereke civarında birçok kervan yolcusunun önü eşkıyalar tarafından kesilmiş. Paraları, malları ve altınları gasp ile bazen de canlarına kast edilmiştir. Bu eşkıyalar zaten dağlarda ve sık ormanlarda barındıkları için o zamanın imkanlarıyla devletin kolluk kuvvetleri tarafından yakalanmaları çok zor oluyormuş. Osmanlının son dönemlerinde yörede önceki asırlara ait eşkıyalık hikayeleri anlatmakla bitip tükenmezmiş. Hatta bu tür hikayeleri anlatan kitaplar bile basılmış.
Hakikatten bir taraftan karadan Müslüman (27)Türk köylerini soyan Rum eşkıyaları, bir taraftan Anadolu’nun ortasından toparlanıp devlete İsyan ederek buralara kadar gelen Celali eşkıyaları, öte taraftan denizden İtalya yarımadasından kalkıp İzmit körfezine kadar girebilen Cenevizlilerin korsan gemileri yöreyi yağma ve talan etmiş, her asırda vuran ve bölgemizde binlerce insanın ölümüne yol açan veba salgınları ve kıtlıklar olurmuş. Her savaşta cephelere savaşa gönderilen ve geri dönemeyen yüzlerce genç delikanlıya ne demeli. Anlaşılan Gebze yöresinin fakir halkının yüzü hiç gülmemiş, Gebze ve Dilovası yöresi Yerli Rum eşkıyalarının yanı sıra aşırı vergi alınması yada yöneticilerden de hoşnut olunmaması sebebiyle Osmanlı Devletine ayaklanarak İç Anadolu Bölgesinden İstanbul’a doğru gelen kızılbaş taifesinin de isyanlarına maruz kalmıştır. Ayrıca Anadolu’da çıkan birtakım askeri isyanlar sonucu asiler buralara kadar gelip gasp, (28)soygun ve talanlar yapabilmişlerdir.
Bunların belli başlıcaları, 1550-1590 arasında aralıklarla işsiz kalan medrese öğrencilerinin isyan ederek yerel halka karşı eşkıyalık faaliyetlerine girişmeleri. Kocaeli Sancakbeyleri tarafından ara ara sindirilmiş, ancak tekrar tekrar baş göstermiş. İsyanlar bütün Kocaeli ve Sakarya çapındaymış.1634’te fakirlik dolayısıyla kervan yolları üzerindeki Gebze’ye, Dilovası’na,Tavşancıl’a, Hereke’ye, Yarımca’ya ve Taşköprü köylerine yönelik olarak bir gurup eşkıyanın düzenlediği gasp ve soygun olayları.
Artık halkın can güvenliği kalmamıştı. İzmit’teki Yeniçeri ocağı bu isyanları bastıramaz olunca İstanbul’dan yola çıkan Bostancıbaşı Kartaldan başlayarak bölgemizdeki eşkıyaları birer ikişer temizledi. Elebaşı olan “Abaza” asıldı. Yerel eşkıyalıklar yinede azalsa bile devam etti.1635te görülen Abaza isyanları da (29)şiddetle bastırıldı. 1643’te Nasuhpaşazade Hüseyin Paşanın isyanı çıktı. Gebze dolayları tamamen isyancıların eline geçti. İstanbul’dan yola çıkan Kara Mustafa Paşa isyanı bastırarak asileri şiddetle cezalandırdı. 1649’da Kara Haydar, Katırcıoğlu, Gürcü Abdünnebi, Kazaz Ahmet Abaza Hasan Paşa gibi bir çok asi birbirlerine müttefik olarak ya da yakın zamanlarda Osmanlı yönetimine karşı isyan ettiler. Asiler Gebze ve Dilovası civarını tamamen ele geçirdiler, 2 Temmuz l649da Gebze kırsalında Hükümet kuvvetleriyle yapılan savaşta İsyancılar yenildiler. İsyancılar orta Anadolu’ya kaçtılarsa da yöre tam olarak eşkıyalardan temizlenemedi, 1658de Anadolu’da ayaklanan AbazaHasan paşanın kuvvetleri Gebze bölgesine gelerek kontrolü tamamen ele geçirdiler. Dilovası’nda ve köylerde yol kesip halkın paralarını gasp ettiler. Padişah ve Köprülü Mehmet Paşa Üsküdar’a asker (30)çıkarıp asilerin üzerine yürüdü. Gebze’de 7, Diliskelesi’nde 100, Herekeyi geçince 5 asinin kılıç darbeleriyle kafası kesildi. Kocaeli genelinde 1000 asi öldürüldü. Kalan asiler Orta Anadolu’ya kaçtılar.
Daha önce Osmanlı devletine karşı ayaklanmış olan Ciridoğlu 1691de yine ayaklandı. Gebze bölgesini köyleriyle birlikte ele geçirip Üsküdara kadar ilerledi. Fakat Osmanlı kuvvetlerinin kendisini tuzağa düşürüp yok edeceğini anlayınca Çamlıca yolu, Alemdağı ve Gebze tepeleri üzerinden Adapazarı’na doğru hızla kaçtı. l700’deTaşköprü köylerinde eşkıyalar kol geziyordu. Duraklı Kırk kuyular mevkiinde Türk askerlerinden kaçan eşkıyaların kayaları oyup kendilerine barınaklar yaptıkları görülür. Dilovası yolundada soygunlar sürdü. 1844’te köy 71 hane 355 nüfusluydu. 1912 Ekiminde, 4 küçük Balkan devletinin Rumeli’deki Osmanlı topraklarına saldırmalarıyla başlayan Balkan Savaşı (31)tarihimizin en hazin yenilgilerinden biri olmuştur. Bu tarihlerde vatani görevini İstanbul’un Okmeydanı semtinde Türkiye’nin ilk telsiz operatörü olarak sürdüren Gebze’nin Çerkeşli köyünden denizci asker Rıza Çavuş 1913’te Bulgar askerlerinin Edirne’yi işgal etmelerine telsiz anonsuyla şahit olmuş, Edirne Müdafii Şükrü Paşanın telsiz anonsuyla İstanbul’daki Padişah Mehmet Reşat’tan yalvararak ve ağlayarak asker ve silah yardımı istediğine şahit olmuş, ancak ne yazıktır ki eldeki imkanlar yeterli olmadığından istenen yardım yapılamamış ve Edirne’nin düşmesi çaresizlik içerisinde gözyaşlarıyla telsizden izlenmiştir.
28 Temmuz 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşının ardından henüz savaş dışında olmamıza rağmen 2 ağustos 1914'te bütün Osmanlı ülkesinde seferberlik ilan edildi. Bütün yurt çapında bu arada Gebze ve köylerinde davullar çalınarak eli silah tutan (32)her müslüman evladı savaşa çağırıldı. Osmanlı devleti bu savaşa İngiltere’nin yanında girmek istedi, Ancak Arabistan yarımadasındaki petrol zenginliklerinde gözü olan İngiltere buna yanaşmadı. Ekim l9l4te Akdeniz’de İngiliz donanmasının kovaladığı Goben ve Breslav isimli savaş gemileri ile Çanakkale Boğazını geçip Osmanlı devletine sığındılar. Bu gemileri satın aldığını açıklayan Osmanlı hükümeti de gemilere Yavuz ve Midilli isimlerini verdi. Ancak İstanbul’a çekilen gemilerin mürettebatı değiştirilmeyince gizlice Karadeniz’e açılan gemiler Rus tersane ve limanlarını bombaladılar. Böylece 28 Ekim 1914’te Osmanlı devleti sonunu hazırlayan İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı Almanya’nın yanında savaşa girmiş oldu.
aslan6641 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla