|
![]() |
|
Seçenekler | Thema bewerten | Stil |
|
![]() |
#1 |
Tecrübeli Üye
![]() Üyelik tarihi: Apr 2009
Mesajlar: 235
Tecrübe Puanı: 157017 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]()
[I][B][COLOR="Blue"]ÖLÜLER KİTABI.
http:// ![]() Yirmi dört saatlik günler ve yedişer günlük haftalar tertipleyen ilk takvimin günümüzden yetmiş yüzyıl önce (İ.Ö. V'nci bin yıl) eski Mısır'da yapıldığını hatırlarsanız, gök bilgisinin eski Mısır'da ne kadar gelişmiş bulunduğunu bütün gerçekliğiyle belirtmiş olursunuz. Kont de Volney, gök ölçüsünün kaynağını Mısır topraklarında bulmakta haklıdır. XVi'ncı yüzyılda Paris dolaylarındaki Issy köyünde bir İzis tapınağının bulunduğunu da hatırlayınız. Eski Mısır tanrıları İzis, Oziris ve Serapis'e eski Yunan'da, eski Roma'da, Latin İtalyasında, dünyanın hemen her köşesinde rastlayacağız. Güneşin çevresinde toplanan bir gök sistemi akımı, eski Mısır'dan yola çıkarak dünyaya yayılmıştır. Bütün dinlerdeki erdem kurallarını toplayınız. Sonra da bunları papirüs tomarlarında gizlenen eski Mısır Ölüler kitabının, ölümden sonra Oziris'in muhakemesinde okunan, şu bölümüyle karşılaştırınız: Hiç kimseye kötülük etmedim. Yakınlarımı bahtsızlığa sürüklemedim. Gerçek evinde alçaklık etmedim. Kimseyi gücünün dışında çalıştırmadım. Benim yüzümden kimse korku duymadı, yoksulluk ve acı çekmedi, bahtsız olmadı. Tanrıların kötü gördükleri şeyleri hiçbir zaman yapmadım. Kölelere kötü muamele ettirmedim. Kimseyi aç bırakmadım. Kimseye göz yaşı döktürmedim. Kimseyi öldürmedim. Kimsenin kahpece öldürülmesini emretmedim. Kimseye yalan söylemedim. Hiçbir utandırıcı davranışta bulunmadım. Zina etmedim. Yiyecekleri pahalı ve eksik satmadım. Terazinin dirhemi üzerine hiçbir zaman elimi bastırmadım. Teraziyle tartarken hiçbir zaman hile yapmadım. Süt çocuklarının ağızlarından sütü uzaklaştırmadım. Hayvanları çalmadım. Tanrı'nın kuşlarını ağ kurup avlamadım.Ölmüş balığı tutmadım. Hiçbir arkın suyunu başka yöne çevirmedim. Ben temizim, temizim, temizim. Eski Mısır'ın ölümden sonra yaşama düşüncesi, gök ölçüsünün bu en çekici yanı, yeryüzü erdemini güçlendirmektedir. Çünkü, ölümden sonra sonsuza kadar mutlulukla yaşayabilmek için dünya üstündeki çok kısa süreli erdem sınavını başarıyla vermek gerekir. Bu sınavı başarıyla veremeyenler, öldükten sonra yeniden öldürülüp yok edilirler. Tanrı Oziris tahtında oturmaktadır. Önündeki terazinin bir kefesinde dirhem yerine gerçek (hakikat)vardır. Ölünün , tartacaktır. Ölü, hayatının hesabını doğru vermişse cennetlik olur ve sonsuz mutluluğa kavuşur. Eski Mısırlılar buna inanmaktadırlar. Şu halde, erdemli bir yaşayış, eski Mısır dininin temelidir. Nitekim dünyanın dört bucağındaki çeşitli dinler de hep bu temele dayanmaktadırlar. İ.Ö. ondördüncü yüzyılda Mısır'da Thebae kentinde çok akıllı genç bir kral yaşadı. Bu kralın adı dördüncü Amenotep(ya da Amenofis)'tir. İnsanları tek tanrıya bağlamayı düşündüğü sırada henüz yirmi yaşındaydı. Tarihçiler, onun bu ileri ülküsüne çeşitli nedenler yakıştırıyorlar. Kimine göre Amenotep, Thebae rahiplerinin siyasal egemenliklerini,kırmak istemiştir. Kimine göre de Mısırlı olmayan uyrukları bağlamak amacını gütmüştür. İçinden gelen bir tektanrı sevgisine uyduğunu söyleyenler de var. Nedeni ne olursa olsun, dördüncü Amenotep'in başarmak istediği iş,tarih çapında önemli bir iştir. O zamanlar Mısır'da her kentin, her kasabanın ayrı tanrısı vardı. Bu tanrılar, totem düşüncesinin kalıntılarıydı.Nasıl totem sadece kendi klanını koruyup gözetiyorsa, kasaba tanrıları da kendi kasabalarını koruyup gözetiyordu. Thebae kasabasının da Amon adında bir tanrısı vardı. Thebae başkent olmadan önce önemsiz bir tanrıydı bu.Büyük tanrı Ra'nın yanında adı bile anılmazdı. Thebae başkent olunca Amon baş tanrı oldu, gene de Ra'yı bir kalemde silemediği için, adına Amon-Radendi. Amon, artık her adın başında ya da sonunda yer alıyordu. Kendisiyle savaşacak olan Amenotep'in adı bile onunla süsleniyordu. Amenotep, Amon hoşnuttur anlamına geliyordu.Amon'un ondan hoşnut olup olmadığı bilinemezdi ama, bu genç adamın Amon'dan hoşnut olmadığı pek yakında görülecekti. Bütün tanrılar güçlerini güneşten alıyorlardı. Ra da Doğan Güneş Tanrısıydı. Amenotep, evrensel güneşinevrensel bir din yaratmaya yeteceğini düşünmüş olmalıdır. Güneş yuvarlağını kişileştiren Aton genç, kral tahta çıkıncaya kadar pek önemsenmemişti. Amenotep, egemenliği eline alır almaz büyük din devrimine Amon'un yerine Aton'u getirmekle başladı. Başta Amon olmak üzere bütün tanrıların adlarını sildiriyor, onlara tapmayı kesinlikle yasak ediyordu. Genç kralın korkusundan bütün Amonlu adlar Atonlaşmaya başladılar. Kendisi de Amenotep adını bırakarak Aton'un büyüklüğü anlamına gelen Akhnaton adını aldı. Bu büyük devrimi Thebae kentinde dilediği çabuklukla başaramayacağını anlayan genç Akhnaton, krallığının dördüncü yılında başkenti de değiştirdi. Orta Mısır'da güneş yuvarlağının ufku anlamına gelen Akhhetaton adlı yeni bir başkent kurdu. Bu yeni başkent, Aton tapınaklarıyla süslenmişti (bu kentin bugünkü adı Tel-el-Amarna'dır). Artık bütün Mısır'da tek tanrı egemendi.Aton'dan başkasına tapmak yasaktı. Çoktanrıcılık bir akıllı delikanlının özel gücüyle bir anda silinivermişti ortadan. Amenotep'in tek tanrısı Aton için yazdığı şu şarkı, onun bu kocaman devrimle ne büyük bir amaç güttüğünü açıkça anlatıyor: Sen ki eşyanın oluşu sırasında zaten yaşamaktaydın ey canlı Aton, ufukta parlayarak yükseliyorsun. Güzelliğin bütün ülkeleri aydınlatıyor. Güçlü büyüklüğünle dünyanın üstünde göründüğün zaman ışıkların, yarattığın alemin son uçlarına kadar bütün ulusları kucaklıyor... Evrensel güneşi evrensel bir düşünce olarak bütün uluslara yaymak... İşte Amenotep'in büyüklüğü buradadır. Ne yazık ki ömrü bu büyük devrimin kökleşmesine yetmemiştir. Öldüğü zaman yirmi dokuz yaşındaydı. Ölümünden pek az sonra gericiliğin tepkisi başladı, birkaç yıl içinde de insanları birleşmeye ve özgürlüğe çağıran bu düşünce,yobaz ve çıkarcı kafaların saldırıları karşısında yıkılıp gitti. Düsünce evreninin besigi kabul edilen Yunanlilar, Thales ya da Euclid'e ragmen yine de zaman ve saat matematigin'! yeterince çözümleyememislerdi, çok daha farkli bir kültürel konumda bulunan Misirlilar'in pratik çözümü sasirticidir. Gerçekten de Misir'in Yunan'da oldugu gibi bir matematik felsefesi, düsünürleri yoktu. Astronomik tüm bilgileri dinsel törenlerle kisitliydi ama Misirlilar MÖ 3000 civarinda, günesin dogusunu ve batisini hesaplayarak bir dikilitasin neresinin günün hangi saatinde isik alacagini, bir tapinagin bir yerindeki penceresinden içeri girecek olan günes isigi ile bir yazi sifrelemeyi biliyorlardi. Günesin disinda, Eski Misirlilar, gökyüzününün en parlak cisimlerinden Sirius' un da, yilda bir kez sabah saatinde günesle ayni konuma geldigini de kesfetmislerdi. Bu astronomik konum, Nil'in tasmasiyla ilgili olarak Nil yilinin baslangiciydi, Misirlilar için bu günler Misir tanrilari Osiris, Horus, Seth, isis ve Neftis'in dogum günleriydi. Nil yili daha da dogrusu Nil Nehri'nin varligi Misirlilar için öylesine önemlidir ki, ölüm ötesiyle ilgili inançlari da dogurmustur. Firavun bir Tanri'ydi... Fransiz Moret'e göre, Nil Nehri Misir'i Akdeniz ve Afrika Misir'i diye ikiye ayirir, gerçekten de bu cografi konum bin yillarca Misir'i Yukari ve Asagi Misir ya da Krallik olarak jeopolitik olarak böldü. Bu bölünme ve temeldeki krallik kavgalari Misir'in tek kralinin yani Firavun'un varligim da böldügünden önemlidir, zira tüm eski uygarliklarin içinde kendisinin tanri oldugunu ileri süren tek kral, Firavundur. Gerek Mezopotamya'da, diger Orta Dogulular'da daima krallar tanrilarin seçtigi temsilcilerdiler, ancak ölümlerinden sonra tanrilastilar ama Misir'da Firavun, tanri demekti. Yasarken Horus, öldügünde ise Osiris'ti. iste bu inanç topyekün Misir mitolojisi ile, kralligin dogrudan iliskisi demekti. Misirlilarin mumyalama ve mumyalama ile ilgili mitler, uygulanan ritüeller hep bu temelin üzerindeydi. Ölüm ve ölüm ötesi yasama böylesine bir takinti sadece Firavun'un ölümsüzlügü ve tanriligi nedenine baglidir. Ama Misir'da Osiris kültünün hemen yaninda kökeni çok daha eskilere giden bir de Ra kültü yani Günes-Tanri veya dini vardi, ikisinin kokteyli ve yasamin kökeni olan Nil inançlari Misir dinini olusturuyordu, Çok kisa olarak Osiris'i tanimamizda yarar var. Bilim kurgu romanina benzeyen bir mitoloji, Osiris bitkiler evreninin tanrisidir, ölür ve yeniden dirilir ama ayni zamanda da yeralti dünyasinin da hakimidir, ruhlarin yazgisina karar veren kurulun basidir ve salt bu yönüyle mumyalama ritüellerinin kaynagi olur. Osiris'in erkek kardesi Seth ile olan kavgasi ise Yukari-Asagi Misir ayriminin simgesidir. Böylece Osiris'in sosyal, dinsel ve siyasal üç kimligi ortaya çikar, isis, Osiris'in kizkardesi ve ayni zamanda da karisidir, kayinbiraderleri olan Seth ve Typhon 72 ihtilalciyle beraber iyi Kral Osiris'i parçalara ayirip, Misir'in 42 eyaletine bu parçalari atacakti. isis, Seth'in dagittigi parçalari bulacak ve kizkardesi Neftis'in yardimiyla yeniden yasama döndürecektir. Osiris, bundan sonra yeralti ülkesinde yasayacak ve oglu Horus öcünü alacaktir. Horus daima sahinle simgelendi ve firavunlarin baslarinda sahin armasi bulunurdu. Ama firavun ayni zamanda da Misir'in ilk krali ve dünyanin yaraticisi olan olan Ra'nin da ogluydu. Osiris ve Ra kültlerinin karisimi burada açikça görülür. Bir bilim kurgu öyküsüne benzeyen kisa ama temel giristen sonra Misir'in ölüm ve ölüm ötesiyle ilgili inançlarim daha iyi anlayabiliriz. Simdi ölüme dogru yol alalim... "Ölüler Kitabi" ve ötesi... Eski Misir'da ölüm ve ötesiyle ilgili kaynaklar Piramit ve Tabut yazitlaridir, bütün bunlar "Ölüler Kitabi" denen ölüm, ölüme geçis ve ölümden sonra yasamla ilgili kurallari ve düzeni anlatan bütün bir bilgi veya inanç sisteminin parçalaridirlar. Misirlilar ölümden sonra yeniden dirileceklerine inanirlardi, Osiris'in yeniden dogmasi ve onun kisiliginde simgelenen KIS ve BAHAR örneklerindeki gibi. ?nsan beden ve ruhtan olusuyordu, her ikisi de ölümden sonra ebedi olarak kalabilirdi, yeter ki ölümden sonra insan Osiris'in önünde günahlarini bagislatsin ve saf olarak cennette kalabilsin. Osiris, insanin kalbini bir tüy ile tartarak samimiyetini ölçerdi, eger ölü insan bu ölçümde basarisiz olursa aç, susuz ve günessiz olarak ebediyen mezarinda kalirdi. Osiris'in sinavlarindan basariyla geçebilmek için bazi yöntemler uygulanirdi, örnegin mezarlara yiyecek ve tanrilari sevindirecek tilsimlar konurdu. Ayrica, balik, yilan, hamamböcegi gibi böcekler rahipler tarafindan kutsanarak ölüye yardimci olurlardi. Ama en önemlisi, "Ölüler Kitabi" nin satin alinip mezara konmasiydi. "Ölüler Kitabi" ölüm rahiplerinin yazdiklari dua ve yöntemlerle, Osiris'i sakinlestirecek ve hatta aldatacak önerilerle doluydu. "Ölüler Kitabi" örneklerinden yüzlercesi papirüs rulolar halinde mezarlardan çikarilmistir ve en eskileri Piramitler Dönemi'ne aittir, yani M.Ö. 2500'lere. Misir inançlarina göre tüm bilgiler veya bilim bilge tanri ve yazman Toth tarafindan yazilmistir. Bugün dahi bazi mistikpagan çevreler Tarot Kartlari'nin kökeninin Toth kültünden kaynaklandigina inanirlar. Tek Tanri'nin pesindeki Kral Tüm bu yöntemlerin sonucunda ölen bir insan, öteki dünyada yasamak için hak kazanabilir, günahlarini affettirebilir, istenilen yasama kavusurdu. ?lginçtir tüm Eski Misir ölüm inançlarinda ahlaki ögütlere pek rastlanmaz, rahipler halkin dinsel törenleriyle ugrasirlar ama genelde onlarin ahlaki düzeyi ile ugrasmazlardi. Ölüler Kitabi'nda eger rahipler çözüm getirdiyse, iyi ve ahlakli biri olmanin pek üzerinde durulmaz. Sihir ve büyü Misir inançlarinda çok etkin ve yaygindir, Firavun'un özel büyücü ve sihirbaz danismanlari vardi, özetle Misir dini tüm zengin ögelerine ragmen, ahlaki bir ögreti içermedigi veya ruhsal egitmeyi içeren bir yaklasimda bulunmadigi için kutsal bir kitaba sahip degildir, bilindigi kadariyla dinsal metin olarak ortada sadece "Ölüler Kitabi" nin bölümleri vardir. Ama "Ölüler Kitabi" ndan örnekleri görmeden önce bir dönem Misir'i etkileyen dinsel reformu unutmamak gerekir. Reformun babasi MÖ 14.Yüzyil'da yasayan IV.Amenofis'ti, bu Firavun monoist bir temeli olan ve yaratici ilah Aton'un disinda tüm tanrilari reddeden yeni bir dini kurdu. IV.Amenofis, tahta geçtiginde rahip sinifinin gücünün kralliktan fazla oldugunu ve yönetimi ellerinde tuttuklarini fark etti, bundan kurtulmak istemisti, bir baska kaynaga göre ise Firavun, bir günes rahibi olan amcasinin etkisindeydi. önce baskenti Orta Misir'a Amarna'ya tasidi, Amarna'ya "Aton'un Ufku" anlamina gelen "AknetAton" adi verildi, sonra Amon'un büyük rahipligi makamim kaldirdi ardindan Teb'de isyan çikti ama ordu bastirdl, IV.Amenofis kararliydi. Yeni dinin esaslarini belirledi ve mistik siirler yazdirdi, inancin temelinde yalana karsi gelerek gerçege ulasma düsturu vardi ve Tek Tann'ya olan sevgi derin duygularla anlatiliyordu; mezar taslannda "Ey. biricik Allah senden baskasi yoktur." yazilari bulunmustur. Bin yillar dinleri bagliyor mu? IV.Amenofis. büyü ve sihri yasakladi, ölümden sonra da tek hakimin Aton olduguna inanildi. Yeni dine inanan, Aton'un büyüklügü ve tekligme iman eden kisi, öte dünyada da mutlu olacakti. Buna ragmen. IV. Amenofis tanri ogullugu sifatini reddetmedi ve yüzyillar sonraki Hz isa'yi animsatan bir tür peygamberlik yaklasimi içindeydi. Ama önemli bir yön daha vardi, kisi Tanri'ya asla bir ihtiyacini karsilamak için hitap etmezdi. aksine doganin güzelligine ve Yaratici'nin iyiligine heyecan ve ask duyan biri olmaliydi, gökten akan ve yasamin kaynagi olan Nur'a tapilirdi. esit olarak yayilan aydinlik adalet kavramim simgelerdi ve bu Nur Gerçeklik Ülkesi'ne bagliydi, burada da Anadolu Tasavvufusun bazi çizgileri ister istemez akla gelir. Bir yazitta söyle denir; "Ey yasamin baslangici olan Aton, yeryüzünü güzellikle doldurursun, isigin yarattigin her seyi aydinlatir ve her sey senin askinin baglariyla baglanir, her göz kendi üstünde seni görür, Ey Sen ki, tek ilahsin ve hiçbir benzerin yoktur, sen dünyayi kalbinin istedigi gibi yarattin..." Anlasiliyor ki, IV.Amenofis Tek Tanri düsüncesinin simgesi olarak günesi ve isinlarini seçmisti. Tapilan bir heykel veya put yoktu. Bu yeni din, yuvarlak kirmizi bir günes ve ondan çikarak yere inen ve uçlannda el sekilleri bulunan isinlar olarak simgelendi. Buradan çikan bir sonuç var... Simgeler bilinmeyen gerçegi sakliyor Tarihçi ve arastirmaci Arthur Weigall' a göre, Hz Musa'nin kavmiyle beraber Misir'i terk etmesi M.Ö. 1346'da Firavun Tutankamon dö neminde olmalidir. Özgün adiyla "Manethon" yani Musa, tarihi bir kisiliktir, IV.Amenofis'in din reformu döneminde yasamis ve bu düsüncelerden yola çikmistir. Buna karsin, IV.Amenofis'in din reformu Misir'da köklesmemis, yirmi yil sürmüs ve ölümünden sonra eski inançlara dönülmüstür ama Tek Tanri inanci farkli bir yerde, Filistin'de köklesecek ve baska bir dinin temeli olacaktir. Biz yine "Ölüler Kitabi" na dönelim; birçok çagdas uzmana göre "Ölüler Kitabi" çok büyük ve çok derin bir sirdir. 1758'de Fransiz Cyprianus, derinligine zor varilan gerçek kutsalligi bu kitapla tanidigim belirtirken, bir diger uzman Lucien; "Misir dini bilmecelerle doludur, konuyu iyice bilmeden ve hatta mistik deneylerden geçmeden asla alay etmemeli veya küçük görmemeliyiz, tanrilarin gerçekten tanri, köpekbaslilarin ne oldugunu bilmek için bu sirlari tanimak gerekiyor" diyordu. Ölüm ötesine geçis... "Ölüler Kitabi"nin anlamini iyi bilen ruh, Evrenin Büyükleri'ne meydan okuyabilirler ve hakimlerin karsisina korkmadan çikabilirler. Her ölünün ruhunun tartilisi adli korkunç sinavda savunma yapabilecekler, Osiris'in önünde yeri öptükten sonra ruhlarini pisliklerden koruyacaklar. Çünkü ruh hem bir kadinin karnindan çikarken, hem de yasami süresince kapildigi tutkular yüzünden kirlenmistir ve ruh bedeninin kirlendigini hisseder. Ancak "Ölüler Kitabindaki dua ve formüller sayesinde ruh Ra'nin atesinde tutusmadan, 42 hakimin önüne çikmaktan korkmayacaktir. 42 hakimin her birisi Misir'in bir bölgesin! ve 42 günahtan birisini temsil ederken ölüyü sorgularlar, ölü o anda Thot'un önünde yanlislari itiraf etmelidir, Thot gizlilerin sahibidir, bilinmeyen bir nedenle bir sebek olarak resmedilir. Peki ölü ne diyecektir veya nasil olmalidir? Thot ve çakal kafali tanri Anubis teraziyi dikkatle izlerlerken ölü, insanlara karsi günah islemedigini, mevkilere saygili oldugunu, tanrilari kizdiracak bir sey yapmadigini, öldürmedigini ve öldürmek için emir vermedigini, kimseye aci çektirmedigini. tapinaklardan bir sey çalmadigini. kimsenin topragini çalmadigini. hileli tarti kullanmadigini, tanrilarin kuslarini ve kutsal göllerin baliklarini çalmadigini dogru olarak söyleyecek ve kendini temize çikaracak. Cennet'te yasam Tanrilarin yazicisi olan Thot ve mezarliktan koruyan Anubis, ölüyü dinledikten sonra teraziye bakacaklar ve eger Thot terazinin iki kefesinin dengede oldugunu yazabilirse. kefenin birisinde ölünün vicdaninin ve iradesinin simgesi olan kalbi, digerinde ise Maat'in yani gerçegin tüyü vardir, yani gerçek tüy kadar hafiftir. O zaman ibis kusu kafali Thot, ölüler tanrisi Osiris'e dönecek ve ölünün kalbinin dogru oldugunu ve kalbin tüyden agir olmadigini söyleyecektir. ?ste o zaman ölü, ebediyen istedigi yerlere gidebilir, canlilarin arasina,yerin altina, Sa manyolunun derinliklerine... Artik o bir ölü degildir ,ölümsüzlerle beraberdir,bulundugu yerde yiyecek tarlalari vardir.incir agaçlarinin gölgesinde serinligi tadacaktir ve tanriçalarin sütünden içecektir. Bu arada kötülerin yerinide görecektir, orada kendi iç organlarini yiyen krallar, iskenceci tanrilar, kafatari kesik ama vücutlari olan belleksiz ruhlar vardir". Ama o onlardan uzaktir ve isik ruhlarin arasinda. ebediyen yükselmistir, ?ncil'de yazdigi gibi; "..onlar cennette isik saçan yildizlar gibi olacaklar"dir. "
__________________
Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. http://img694.imageshack.us/img694/5396/emeesaygj.gif |
![]() |
![]() |
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
![]() |
#2 |
Tecrübeli Üye
![]() Üyelik tarihi: Apr 2009
Mesajlar: 235
Tecrübe Puanı: 157017 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]()
[I][B][COLOR="Blue"]Ölüm geceye benzer"
"Ölüler Kitabi"indan bazi bölümlerdi bunlar, aslinda tümü Misir'in gizeminden ancak birkaç damlasi. Böylesine garip bir uygarligin bir diger örnegi tarihte yoktur. Yunan uygarliginin temelinde Misir yatar, tarihte bu kadar etkin iki kültür aktarimi daha vardir ama sonraki yüzyillarda, bunlar Yunan biliminin islam Dünyasi'na, islam kültürünün ise Bati Avrupa'ya aktarimidir. Basta söz edildigi gibi, Misirlilarin matematik bilgisinin incelenmesi hayal kirikligi yaratmistir çünkü günümüze kadar ulasabilen dev yapitlar insa edebilmislerdi fakat buna karsin TIP bilgileri sasirtici düzeydedir. Öte yandan Eski Misirda Mezopotamya'da oldugu gibi, Astroloji yoktur, yerinde Astroaltri yani gök cisimlerinin tanri kabul edilmesi vardir. Onlar, gök olaylarini dinsel bir çerçeve içinde görüyorlardi. Ayrica, göklerde sasmaz bir düzenin bulunduguna, görünümler degisse bile temelde bir kararliligin bulundugu inancindaydilar. Ama bu inanç mitoloji ve masallarla örülüydü ve bu yüzden Misir astronomisi ayinlerle, dinsel törenlerle iç içeydi. Çok dindardilar, din islerinin aksamamasi için çok özen gösteriyorlar, zamanin akisina anlam veriyorlardi. Onlara göre zaman bitimsiz oldugu için, daima yeniden, yeri bastan yasaniyordu. Günleri ugurlu veya ugursuz diye ikiye ayirirlardi, her zaman dilimi için sihir formulleri vardi, hareketlerini buna göre yönlendiriyorlardi. Geceye benzettikleri ölüm sonrasinda, ruhlarin kendilerini düsmanlarindan koruyabilmeleri ve davranislarini düzenleyebilmeleri için dünyasal görevlerini dogru zamanlarda yerine getiriyorlardi. Salt bu yüzden mezarliklarda lahit kapaklarinin içlerini kösegensel yildiz saatleri resimleriyte süslediler. Misir, ünlü bir gezginin söyledigi gibi anlatilmasi degil, gezilip görülmesi ve hatta yasanmasi gereken bir yerdir. Giza Piramrtlerini, Teb'i. Karnak ve Lüksoru ve de müzelerdeki göz kamastiran eserleri yakindan görmeden günümüzden binlerce yil önce yasamis olan bu insanlari anlamak mümkün olmaz. Belki de böyle bir görsel asamadan sonra, Misirin gizemi, "Ölüler Kitabi" nin içyüzü ve diger bilinmeyenler aydinlanabilir Eski Mısır Antik Mısır, Antik Çağ'daki en büyük medeniyetlerdendir. M.Ö. 3050 yılları civarında kuruluşundan önce, güney Mısır ve kuzey Mısır olarak ikiye ayrılmaktaydı. Güney Mısır, Nil nehri boyunca uzanan verimli vadi, Mısır tarihinde Yukarı Mısır olarak, kuzey Mısır, delta ise Aşağı Mısır olarak geçer. Yukarı Mısır'ın tarihine değin bulunan en eski bilgiler M.Ö. 5000'li yılları göstermektedir; ancak kurucusu Tiu'nun doğum tarihi ya da yaşadığı dönem hala sırdır. Aşağı Mısır'a gelince, bilinen kurucusu Ro en ünlü kralı da Scorpion King - Akrep Kral filminde de ilham alınan Scorpion of Egypt (Mısır Akrebi), Zekhen'dir. Yukarı Mısır'ı kendi yönetimi altında birleştiren Zekhen'den sonra kral olan Narmer, Delta bataklıklarına doğru yayılmayı sürdürmüştür. Narmer'in kuzey Mısır'daki; Wazner'in guney Mısırdaki egemenliği sonrasında; Hor-Aha (ya da Menes olarak bilinir) birleşik Mısır İmparatorluğu'nun ilk firavunuydu. Antik Mısır; Augustus Caesar'in liderliğindeki Roma İmparatorluğu tarafından M.Ö. 30 yılında ele geçirilmiştir. M.S. 7. yüzyılda Araplar burada egemen olmuş ; 1517 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. 1882 yılında da Mısır ; İngiltere'nin bir kolonisi olmuştur. Zaman Çizelgesi Hanedan Öncesi MÖ 3500: Senet, dünyanın en eski tahta oyunu. MÖ 3500: Fayans, dünyanın ilk toprak çanağı. Hanedanlar Dönemi MÖ 3300: Tunç işler (bknz: Tunç Çağı) MÖ 3200: Mısır hiyeroglifleri, tamamen geliştirilmiştir (bknz: Mısır'ın ilk hanedanı) MÖ 3200: Ondalık sistem, dünyadaki ilk kullanımı MÖ 3100: Şarap mahzenleri, dünyadaki ilk bilinen MÖ 3100: Madencilik, Sina yarımadası MÖ 3050: Gemi yapımıAbidos'ta MÖ 3000: Filistin ve Levant'a Nil'den ihracat: şarap (bknz: Narmer) MÖ 3000: Papirüs, dünyanın bilinen ilk kâğıdı MÖ 3000: Tıbbi müesseseler MÖ 2900: muhtemelen çelik: karbon içeren demir MÖ 2700: Cerrahi, dünyada bilinen ilk MÖ 2700: Üniliteral işaretler, dünyanın bilinen ilk alfabesinin temelini oluşturur MÖ 2600: Sfenks, bugün dünyanın en büyük tek taştan oluşan heykeli MÖ 2600: Mavna taşımacılığı, taş bloklar MÖ 2600: Djoser Piramidi, dünyanın bilinen ilk büyük çaplı taş binası MÖ 2600: Menkaure Piramidi ve Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk granitten yontulmuş işleri MÖ 2600: Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk 'gerçek' yumuşak-kenarlı piramidi MÖ 2580: Büyük Giza Piramidi; MS 1300 yılına kadar dünyanın en yüksek yapısı MÖ 2500: Arıcılık MÖ 2400: Astronomik Takvim, matematiksel düzeni nedeniyle Orta Çağ'da dahi kullanılmıştır MÖ 2200: Bira MÖ 1860: muhtemel Nil-Kızıl Deniz Kanalı (12. Hanedan) MÖ 1800: Alfabe, dünyanın bilinen en eski MÖ 1800: Moskova Matematik Papirüsü, frustum hacmi için genel(leştirilmiş) formül MÖ 1650: Rhind Matematik Papirüsü: geometri, kotanjant analoğu, cebir denklemleri, aritmetik seriler, geometrik seriler MÖ 1600: Edwin Smith Papirüsü, yaklaşık MÖ 3000'e kadar uzanan tıbbi gelenekler MÖ 1550: Ebers Tıp Papirüsü, geleneksel ampirizm; dünyanın bilinen ilk belgelenmiş tümörleri (bknz: Tıp tarihi) MÖ 1500: Cam yapımı, dünyada bilinen ilk MÖ 1258: Barış antlaşması, dünyada bilinen ilk (bknz: II. Ramses) MÖ 1160: Turin Papirüsü, dünyanın bilinen ilk jeolojik ve topoğrafik haritası MÖ 5. yüzyıl-MÖ 4. yüzyıl (belki de daha erken): petteia ve seega, savaş oyunları; satranç oyununun muhtemel ataları (bknz: Satrancın kökeni) Günümüzde Mısır’ı ziyaret eden turistler Gize’deki piramitleri gezerken bu görkemli yapılar karşısında hayretlerini ve beğenilerini gizleyemiyorlar. Gize’de bulunan piramitler durdukları yerde binlerce yıldır görkemli bir uygarlığın öyküsünü anlatır gibidirler.19. yüzyılın başlarında bu piramitlerin içine giren kazıbilimcilerin duyduğu heyecansa elbette turistlerinkinden çok daha farklı çok daha coşkundu. Önlerinde binlerce yıllık bir tarih duruyordu, öyle ki bu tarih belki uygarlıkla aynı yaştaydı. İlerleyen yıllarda bulunan kalıntılar, açığa çıkarılan mezarlar ve çözülen Mısır yazısı, bu uygarlığın aslında düşünülenden de daha görkemli olduğunu açığa çıkaracaktı. Bu bölgede paleolitik çağın sonundan beri yaşıyordu insanlar. Dünya taş devrini yaşarken Nil Nehri ’nin çevresinde yaşayanlar uygarlığı filizlendiriyordu. Mısır Uygarlığı gerek askeri, gerekse kültürel yönden binlerce yıl dünyaya öncülük etti; Eski Yunan, Hitit hatta Roma uygarlığı üzerinde etkileri vardı. Döneminin süpergücü olan Mısır aynı zamanda bir kültür merkeziydi. Kendilerine özgü üç değişik alfabe geliştirmişlerdi. Gökbilimle uğraşıyorlardı ve neredeyse kusursuz bir takvime sahiplerdi. Tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmada onların imzası vardı. Geliştirdikleri mumyalama teknikleri onların öbür dünya inancına sahip ilk uygarlıklardan biri olduğunu gösteriyor. Günümüze dek dayanmış, tarihin yıkıcı etkisine karşın ayakta kalmış görkemli yapıları onların mimarlık alanında da ne denli ileri olduğunun bir göstergesidir. Fransız araştırmacı Jacques Champollion Mısır yazısını çözdüğünde binlerce yaşında olan bu uygarlık, yeniden konuşmaya başladı. Hiyeroglifler,hayranlık uyandıran öykülerini anlatmayı günümüzde de sürdürüyor. Bu haliyle Mısır Uygarlığı binlerce yıl daha insanlığın zihnindeki yerini koruyacak. "
__________________
Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. http://img694.imageshack.us/img694/5396/emeesaygj.gif |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Tecrübeli Üye
![]() Üyelik tarihi: Apr 2009
Mesajlar: 235
Tecrübe Puanı: 157017 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]()
Mısır, Nil’in armağanı". Herodot’un bu ünlü deyimi bugün de geçerli. Çöllerin arasında sıkışmış, ekilebilir bereketli topraklar.. Bu topraklara bereket getiren, görkemli Nil nehri. Eskiler nehrin kaynaklarınıda, tropikal iklimini de bilmiyorlar ve bu nedenle amansız kuraklıktan sonra hazirandan ekime kadar suları kabartıp bereketli bir mil yayan taşkın karşisında hayran kalıyorlardı. Onlara bakılırsa böyle bir mucizeyi ancak tanrılar gerçekleştirebilirdi. Taşkınlardan sonra oluşan gölcükler ve bataklıklar da balık ve av hayvanı kaynağıydı. Bunun için tarih öncesinden başlayarak vadiye göçebe avcılar yerleştiler. Neolitik çağda yerleşik hayata geçen göçebeler, bu topraklar üzerinde unutulmayacak bir uygarlık başlattılar. Paleolitik çağda, gelecekte çöl olacak arazilerin kuruması, henüz nehrin sağ ve solunda, yani Arap ve Libya Çölü yakınlarında yerli halkın var olması için gerekli koşulları ortaya koyacak kadar ilerlemiş değildi. Adım adım gelişen ve bu arazilerin önce step, sonra da kuru çöle dönüşmesiyle sonuçlanan kuruma şekli, burada yaşayan insanları, arazilerini bırakıp zamanla Nil vadisine çekilmeye zorlamıştı. Bu aşamaya neolitik çağın başlarında ulaşildığı sanılıyor. Böylece Nil vadisinde yaşayan halkların kökeni üç grupta aranabilir: ilk başlardan beri burada yaşayan yerli halklar; yaşam alanlarının çölleşmesi nedeniyle doğu çölünden göç eden halklar; ve aynı nedenle batı çölünden göç eden halklar. Doğa bir yandan insanın elinden yaşanacak bölgeleri alırken, bir yandan da yenisini sunuyordu. Doğanın sunduğu yeni bölge, Nil nehrinin taşidığı ve Delta olarak anılan topraklardı.
Mısır, birbirinden kolaylıkla ayrılabilen iki kısma bölünür: nehrin sağında ve solunda, dar ama verimli topraklardan oluşan "Vadi" ve tarımla uğraşanlar için gerekli her koşulun bulunduğu sulak, bereketli "Delta". Mısır’ın bu ikiye bölünmüşlüğü ülkenin siyasi ve ekonomik yaşamında etkili olmuştur. Eski İmparatorluk dönemine ait efsaneler, merkezi Heliopolis'te bulunan tek devletin bölünmesinin ardından birbiriyle mücadele halinde bulunan ve ancak kral Menes zamanında yeniden birleşebilen iki ayrı devletten söz eder. Efsane şöyle der: Delta’nın doğusunda, Busiris’te, adil bir kral olan Osiris hüküm sürüyordu. Yukarı Mısır’da Ombos kenti tanrısı Set onun hasmıydı; onu öldürdü ve hakimiyeti ele aldı. Fakat Osiris’le İsis’in oğlu olan Horus, giriştiği mücadele sonunda Set’i öldürdü ve babasının intikamını aldı. Bunun üzerine Heliopolis’teki tapınakta toplanan tanrılar ona, kral sıfatıyla tüm Mısır üzerinde hakimiyet bağışladılar. Bu efsanede ayrıca bir süre sonra Yukarı Mısır ve Aşağı Mısır olarak adlandırılan bölgeler arasında anlaşmazlıkların arttığını ve ülkenin yeniden ikiye bölündüğünü görüyoruz. İkinci birleşmeyse, tam tersi olarak güneyden geldi ve Delta’yı egemenliği altına aldı. Taşkınları dizginlemek, bataklıkları kurutmak, kanallar açmak, köyleri bentlerle korumak gerekmektedir. Bu nedenle yerleşik duruma geçmiş kabileler bir araya gelip daha geniş birimler oluştururlar. Birleşen kabileler bir süre sonra iki krallık görünümüne kavuşacaktır: Tanrı Set’e bağlanan Güney Ülkesi ya da Yukarı Mısır, tanrı Horus’a tapan Kuzey Ülkesi ya da Aşağı Mısır. Kuzey ülkesi günümüz haritalarında kuzeye yakın olmasına; yani yukarıda görünmesine karşın adı Aşağı Ülke’dir; bunun nedeni bu iki ülkeye Nil Nehri’nin akışı yönünde isim verilmiş olması. MÖ 4. bin yılın sonlarına doğru "akrep kral" olarak anılan Güney hükümdarı, Kuzey’i kendi ülkesine katar. Ondan sonra tahta çıktığı sanılan Narmer adındaki bir başka kral, Güney hükümdarının başlattığı birleştirme işini tamamlar. Güney’in hükümdarlık sembolü olan ak başlığın yanına Kuzey’in kırmızı tacını takar ve böylece iki ülkenin birleştiğini anlatır. Bu birleşme eski Mısır tarihinin başlangıcı kabul edilir. Narmer belki de efsanelerin sözünü ettiği ilk firavun Menes’tir. Böylece MÖ 3000 yıllarında Thinis Çağı (Narmer’in doğum yeri olduğu varsayılan Thinis adından) başlar ve o zamandan sonra hiyeroglif yazıtların yardımıyla Mısır tarihi belirginlik kazanır. Narmer, ya da Menes, MÖ 3000’e doğru iki ülkenin efendisi olarak başkent seçtiği Thinis kentinde hüküm sürmeye başlar. Bununla birlikte karşısına birçok sorun çıkmaktadır. Soylular arasında firavunu tanımayanlar vardır ve sık sık çıkan isyanları bastırmak gerekir. Ülkenin ikinci başkenti,2.Sülale zamanında Güneş’e tapınılan kutsal kent Heliopolis yakınlarındaki Memfis’tir. MÖ 2800 yıllarında firavun Kasekemui (bu ad "iki güçlü" anlamına gelir, Horus ve Set’e gönderme yapar) bazı kentlerin ayaklanmalarını bastırır ve yerel hükümdarlar yerine kentlere valiler atamaya karar verir. Onun zamanında devlet yapısı ortaya konur ve bir de nüfus sayımı yapılır. Mirasa dayalı soylu sınıf karşısında devlet işlerinde çalışanların ve Firavunun gücü yükseltilir. Bu dönem, yazının da evrimini tamamladığı bir dönemdir. Belirtilmek istenen nesneyi gösteren birer resim olan ideogramlar yanında seslere karşılık gelen ve Champollion’un çözmeyi başardığı hecesel göstergeler de belirir. Arşivler yazıcılar tarafından deriler üzerine ya da uç uca eklenen papirüs yaprakları üzerine yazılmaktadır. Mısır tarihinin bilinen en eski anıtı, kral Aha’nın mezarıdır. 3.bin yılın başlarında yapılan bu mezarın bir kayaya oyulmuş beş odası vardır. İki ülkenin tam olarak birleşmesi ve tek Mısır olması kolay kabul edilmiş ve hemen gerçekleşmiş bir olay değildi. Bunun en önemli göstergesi 1.Sülale döneminin sonlarında başlayan ve 2.Sülale boyunca süren ayaklanmalar. İki ülkenin kaynaşması tam olarak 3.Sülale döneminin başlarında oldu. Bu dönemde hükümet merkezi de yer değiştirmiş, ne kuzey ne de güney kenti olan Memfis başkent olarak belirlenmişti. Kral Zoser’in başkent yaptığı kent, bu tarihten sonra "iki ülkenin terazisi" lakabını taşımaya başlamıştı. Beyaz surlarla çevrili olduğu için Memfis kentine verilen adlardan biri de Beyaz-duvarlar Kenti’ydi. Kasekemui’nin oğlu Zoser, burada 3.Sülaleyi kurmuştur. Heliopolis kentinin baş rahibi İmhotep onun "tatisi", yani başbakanıdır. İmhotep, çağının en büyük dehalarından biridir; bilimsel bilgileri yenileyip zenginleştiren bazı hekimlik ve astronomi incelemelerinin yer aldığı "ahlak ilgileri"nin yazarıdır. Bu dönemde Güneş’in hareketi incelenmiş, gece ve gündüz on ikişer saate bölünmüş, ilk aritmetik işlemleri uygulanmaya başlanmış, yüzey ve hacim hesapları için formüller geliştirilmiştir. Hekimlik, büyüyle yakınlığını sürdürmektedir. Mumyalar üzerinde yapılan incelemeler daha o zamanlar çürük dişlerin doldurulduğunu, iltihapları geçirmek için çenenin delindiğini gösteriyor. İmhotep’in, bütün bu bilgiler yanında mimarlık bilgisi de vardır. Sakkara’da bulunan ve basamaklı piramit olarak bilinen Zoser piramidini o yapmıştır.60 metre yüksekliğindeki bu piramit, ölmüş hükümdarı, Helipolis’in ışıklar saçan tanrısı Ra’ya götürecek bir merdiven oluşturmaktaydı. El emeğini böylesine seferber etmeyi, ancak Thinislilerin sağlamlaştırdığı mutlakiyetçi bir krallık göze alabilirdi. Bu piramit, sonraki sülalelerin hükümdarlarına örnek olacak, ve firavunlar öldüklerinde benzer dev piramitlerde yatmak isteyeceklerdi. Zoser’den sonra gelenler, iktidarı 4.sulalenin kurucusu Snefru’ya bırakırlar. Bu hanedan MÖ 2720’den 2560’a kadar sürer. Bu dönem "piramitler dönemi" olarak anılacaktır. Snefru iyi bir kral olarak bilinse de oğlu Keops, kendisinden nefret edilen, zorba bir hükümdardır. Memfis din adamları onu, halkı vergilerle ezmekle suçlamışlardır. Oğlu Kefren, daha yaşarken insanların kendisine bir tanrı gibi tapmalarını sağlar; piramidi de neredeyse babasınınki kadar büyüktür. Buna karşılık Mikerinos, daha alçakgönüllü bir yapıyla yetinecektir.[/B][/I][/COLOR][/COLOR][/B][/I]
__________________
Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. http://img694.imageshack.us/img694/5396/emeesaygj.gif |
![]() |
![]() |
![]() |
Etiketler |
Yok |
Seçenekler | |
Stil | Konuyu değerlendir |
|
|