|
|
Seçenekler | Thema bewerten | Stil |
|
04-27-2011, 02:40 PM | #1 |
Tecrübeli Üye
Üyelik tarihi: Oct 2010
Mesajlar: 916
Tecrübe Puanı: 271014 |
Sular şiddetle ovalara hücum etti.
Bütün araziyi kapladı. Plajlarla, tepelerin olduğu Alçak yerlerde girdaplar oluştu. Sular bütün dünyayı kapladı. Sular önüne gelen her şeyi ve canlıyı mahvetti. Arzın temelleri sarsıldı ve MU kıtası battı. Yalnız zirveler suların dışında kaldı. Soğuk rüzgarlar çıkıncaya kadar kasırgalar esti. Vadilerin yerlerinde derin buz çukurları oluştu. Delikler çamurla doldu. Açılan bir ağızdan dumanlar ve lavlar fışkırdı. Yukarıdaki epik anlatım, Yunan alfabesindeki harflerin Maya dilindeki yorumuyla açılarak yazılmasıyla ortaya çıkmıştır. ‘Alpha’ harfiyle başlayıp ‘Omega’ harfiyle biten Yunan alfabesinin Maya dilindeki çevrimi bize bu ilginç anlatıyı sunmakta. Bir alfabenin içine kadar giren Mu Uygarlığının batışı ve günümüz dünyasına etkileri aslında bir kitap olabilecek kadar geniştir. Bu yazımda batık kıta Mu hakkında edindiğim bilgileri ve araştırmalarımın özetini sizlerle paylaşacağım. Bir önceki yazımda James Churchward(J.C.)’ın 70.000 yıllık geçmişe sahip Mu Uygarlığı’nın izlerine nasıl rastladığından bahsetmiştim. J.C.’ın bulduğu taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı. Burada ilginç bir saptamamı belirtmek isterim. Kendi kendimize şu soruyu sorabiliriz. Mu veya Atlantis gibi yüksek teknolojiye sahip olduğunu bildiğimiz uygarlıklardan niçin geriye sadece taş tabletler kaldı? Cevabı basit olduğu kadar da düşündürücü aslında bu sorunun. Tabletleri yazan ve uygarlıklarını anlatan rahip Naacaller, bir gün bu sonla karşılaşacaklarını ve gelecek kuşaklara bu bilgilerin kalmasını istiyorlardı. Taş tabletler üzerinde yapılacak karbon testiyle uygarlıklarının çok eskiden yaşadığını anlatabileceklerdi. Böylece insanlığın uygarlık tarihinin sadece 6.000 yıl önce başlamadığı da ispatlanmış olacaktı. Bugünün teknolojisiyle aynı işi yapacak olsaydınız, siz binlerce yıl hiç bozulmadan kalacak hangi medyayı kullanırdınız? Tekrar konumuza dönelim. J.C. Naacal tabletlerinden edindiği bilgiler ile 5 kitap yazmıştır. 1930 lu yıllarda kaleme aldığı eserler ve yaptığı konferanslar ile J.C. bilim dünyasında büyük yankılar uyandırmıştır. Nasıl uyandırmasın ki, o zamana kadar kutsal kitaplarda anlatılan tarih ve yaratılış efsanelerinin ya yalan olduğunu ya da hatalı yorumlandığını ortaya çıkarıyordu bu araştırmalar. J.C. bu araştırmasında tüm kutsal dinlerin, farklı ırkların ve dillerin Mu Uygarlığı’ndan türediğini ortaya atmıştı. Kutsal Mu kıtası bugünkü Pasifik Okyanusu’nda bulunan büyük bir anakaraydı. Zaten Mu’nun bu dildeki anlamı da ‘Anakara’ ydı. Aşağıdaki resimde temsili olarak J.C.’ın çizmiş olduğu Mu kıtasının yerini gösteren harita vardır. Mu Uygarlığı’nın bu anakaradan başka bir de kolonileri vardı. Bunların en büyükleri bugünkü Atlantik Okyanusu’nun bulunduğu yerde kurulmuş olan “Atlantis” ve Asya ile Avrupa’nın büyük bir bölümünü kaplayan “Uygur” uygarlıklarıdır. Aşağıdaki resimde yine J.C. tarafından çizilmiş temsili Uygur haritası görülmektedir. Bütün bu uygarlıklar tarihin değişik zamanlarında geçirdikleri doğal afetler ve insanlar arasında yapılan çok büyük savaşlar neticesinde suların derinliklerine gömülmüştür. Gerek Mu’dan gerekse Mu’dan sonra büyük bir uygarlık seviyesine çıkan Atlantis’in olağan üstü güçlere sahip rahipleri ise bilgiyi kötü kişilerin eline geçmemesi için itina ile korumuşlardır. J.C’ın bir konuşmasında yaptığı itirafta, kendisine kutsal dili öğreten Tibet’li rahibin de son Naacal rahiplerinden biri olduğunu söylemektedir. Demek ki ışık bir gün tekrar yeryüzüne çıkmak için zamanını bekliyor. Şimdi çok kısa olarak Mu medeniyetinden bahsetmek istiyorum. Bu konulara ilgi duyan kişilere ise yazımın ekinde vereceğim kaynakları okumasını tavsiye edeceğim. Mu anakarasında yaklaşık olarak 64 milyon insanın yaşadığı söylenir. Bu insanların çok büyük bir bölümü beyaz renkli, sarışın insanlardı. Ayrıca siyah, esmer, kızıl, sarı ırka mensup insanlar da vardı. Tüm insanlar büyük bir uyum içersinde ve tek tanrı inancı ile yaşamaktaydı. Tanrının tek olduğu güneş sembolizması ile ifade edilmekteydi ve bu dildeki adı ‘Ra’ idi. Onun için Mu uygarlığına ‘Güneş İmparatorluğu’ da denmekteydi. Rahip-kral olarak görev yapan liderlerine Ra-Mu, bilim adamı da olan rahiplere Naacal denilmekteydi. Ra adının daha sonra Maya ve Mısır dillerinde de aynı anlamda kullanıldığını görürüz. Mu’da yaratılış da dahil olmak üzere pek çok konu sembollerle ifade bulmuştu. Mu’dan kalan bu sembollerin ve inanışların bugünkü kültürlere etkisini ve sembollerin derin açıklamalarını bir sonraki yazıma bırakmak istiyorum. Zira Mu’dan kalan semboller, aslında bizim pekçok şeyi nasıl yanlış yorumladığımızı ve farklı kültürlere adadığımızı göstermektedir. (Böylece bir sonraki yazımın reklamını da yapmış oluyorum ? ) Bir sonraki yazımda Mu sembolizmasını anlatmadan önce çok küçük fakat ilginç bir yorumumu sizlerle paylaşmak isterim. Ankara isminin hangi tarihte türediğini tam olarak bilemiyorum, fakat Mu adının ‘Anakara’ anlamına geldiğini söylemiştim. Bu iki kelime ne kadar birbirine yakın değil mi? Ayrıca yıllarca güzel Ankara’mızın sembolü olan Hitit güneşiyle, Mu’nun sembolünün aynı olması sizce bir tesadüf mü? Mu uygarlığı pek çok konuda ileri düzeydeydi. Örneğin yer altı gazlarından ve Güneş enerjisinden ısınmak ve elektrik enerjisi elde etmek için faydalanıyorlardı. Kuartz kristallerini çok değişik amaçlar için kullanabilmekteydiler. Örneğin şifa, bilgi kaydı, enerji yoğunlaştırma ve aktarımı gibi. Fakat en ilginç bilgilere evrenin ve tanrının yorumlanmasında rastlıyoruz. Bu konuyu sembollerle de ilişkili olduğu için bir sonraki yazımda ele almak istiyorum. Şimdi tekrar J.C.’ın eserlerine dönelim, zira konumuzun bu bölümü ulu önderimiz M.Kemal Atatürk ile de ilgili. Atatürk sadece büyük bir lider değil aynı zamanda devrimci, araştırmacı ve yaratıcı bir kişiydi. Türklerin tarih ve dilini araştırmak için Türk Dil ve Tarih Kurumu’nu kurmuştu. Bu kurumun araştırmaları pekçok bilgiye erişmesine karşılık hala açıkta kalan bazı noktalar aydınlanmamıştı. 1932 yılında Tahsin Mayatepek adındaki eski bir albayın Maya ve Türk dilleri arasındaki benzerlikten bahsetmesi üzerine Atatürk kendisini Meksika’ya elçi olarak gönderdi. Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü (Örneğin bizdeki ‘tepe’ Maya dilinde ‘tepek’ olarak geçer. Zaten Tahsin bey de sanırım bu soyadı araştırmalarından sonra benimsemiştir) Fakat kendisini şaşırtan asıl gelişmeler J.C.’ın kitaplarıyla karşılaşmasıyla olmuştur. Bu kitaplar Türkiye’ye getirilerek bir tercüman ordusu tarafından hızla tercüme edilmiş ve daktilo sayfalarına dökülmüştür. Atatürk bu çevirilerden özellikle “Kayıp Kıta Mu” ve “Mu’nun Çocukları” ile ilgilenmiş ve kendi elleriyle çevirilerin yanlarına notlar düşmüştür. Atatürk ne yazık ki 1935 yılından sonra sinsice ilerleyen hastalığa yenik düşerek araştırmalarını toplama imkanına kavuşamamıştır. Bu konu Kanal D televizyonu ve Fenomen dergilerince de ele alınmış fakat üzerine gidilmemiştir. Benim 1996 yılında Türk Dil Kurumunda yaptığım bir araştırmada J.C.’ın orjinal 5 kitabına, bunların çevirilerine ve Tahsin beyin bizzat eliyle tuttuğu notlara rastladım. Bu notlar halen T.D.K. da 56 ve 57 numaralı dosyalarda korunmaktadır. Benim yaptığım bu tespitin aynısı, çok yeni kitabı çıkan Ergun Candan’ın “Gizli Sırlar Öğretisi” nde de yer almaktadır. Kendisi ile telefon görüşmemde bu bilgileri ilk defa kamuoyuna duyurulmasından duyduğum mutluluğu ifade ettim. İkimizin de paylaştığı ortak duygu bu kitapların yeniden yorumlanarak toplanması ve Tahsin beyin yaptığı çalışmalarla birleştirilerek halkımızın bilgisine sunulmasıdır. Sanırım burada en büyük görev Kültür Bakanı’mıza düşmektedir. Bu bilgiler çok az kişinin bilgisi dahilinde. Her ne kadar dünya görüşlerimizi yeniden gözden geçirmemizi gerektirecek kadar şaşırtıcı olsa da bence bu bilgilerin çok kişinin önüne açılması gerekmektedir. Yeni dünya düzeni içinde üzülerek gördüğüm bir gelişme var. Başta gençlerimiz olmak üzere tüm toplumumuz giderek daha az araştırıcı olmakta. İşin ilginç yanı ise başta politik liderlerimiz olmak üzere medyanın da aynı doğrultuda çalışmalar yapmasıdır. Televizyonlarımız ‘Televole’ benzeri ağızda keçi boynuzu tadı bırakan bence zararlı fakat büyüklerimiz tarafından faydalı(!) görülen ‘saçma programların’ istilasına uğramıştır. İnsanlarımız ‘Materyalist-Maddeye bağımlı’ yetiştirilmektedir. Erdemlerimiz unutulmakta, manevi değerlerin yerini sadece geçici sahte mutlulular veren maddiyat almaktadır. Gerçeği araştıran, sorgulayan, fikirler üreten insanların azaldığı bir dünyada sizlerle paylaşmaktan zevk aldığım bilgilerin ufak merak tohumları olması dileğiyle, Sevgi Işığınız Aydınlığınız Olsun diyorum. “Ne kadar uzağa bakmak istiyorsan, o kadar geçmişe bakmalısın.” Mu’tlu Yararlanılabilecek Kaynaklar : 1- Gizli Sırlar Öğretisi, Ergun Candan (Sınır Ötesi yayınları) 2- Ezoterik-Batini Doktirinler Tarihi, Cihangir Gener (Gece yayınları) 3- Batık Ülke Mu Uygarlığı, Hans Stephan Santesson (RM yayınları) 4- Edgar Cayce’nin Atlantis ve Mu ile ilgili kitapları (RM yayınları) 5- Children of MU-MU’nun Çocukları, J.C. 6- The Sacred Symbols of MU-MU’nun Gizli Sembolleri, J.C. 7- The Lost Continent of MU-Kayıp Kıta MU, J.C. 8- Fenomen Dergisi, Sayı 3,6,14,24,26,28
__________________
Ölüm var YAAA ÖMER Edeple gelen lutufla gider bir gemileri yakanı sevdim birde gemileri karada yüzdüreni Konu tarıkziyad tarafından (04-27-2011 Saat 02:49 PM ) değiştirilmiştir. |
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Etiketler |
Yok |
|
|